5 Şubat 2012 Pazar

Ve Bunları Çabucak Geçelim Sevgilim...

Fotoğraf: Cahilus
Bülent tomografiden çıkmıştı, sonuçlar birkaç güne alınacaktı. Gerçi doktor teşhisi koymuştu, kanserdi. Bütün bu testler, kanserin vücuda sıçrayıp sıçramadığını görmek içindi. Takside Bülent, Nihan'a baktı. Uzun sessizlikleri bozan taksicinin radyosundan gelen Ankara oyun havaları oldu.  Normalde böyle durumlarda ikisi de gizli gizli gülerdi ama bu sefer sus pustular.

Bülent, Nihan'ın yüzüne bakmadan, "Senin kemoterapin ne zamandı? Ben de ameliyat olursam çakışmasın günler" dedi.

"Sen bunları şimdi düşünme canım, bir şekilde hallolur bu işler." Nihan soğukkanlı olmaya çalışıyordu, fakat ses tonu onu ele veriyordu.

Bülent ve Nihan evlerine çıktılar, Bülent hemen kanepeye uzandı, yorgun gözüküyordu. Hiç ummadığı bir zamanda kanser onu da bulmuştu, hem de en olmadık yerinde, testisinde tümör çıkmıştı. Küçükken babası ona, “Göster amcanlara pipini” dediğinde gururla pantolonunu indirirdi. Şimdi ise istemeden de olsa, birçok doktorun önünde pantolonunu indirmek zorundaydı. Gerçi o, şimdi bunu düşünecek durumda değildi. Ne zaman ameliyat olacaktı? Kemoterapi alacak mıydı? Tam da Nihan'ın tedavisi iyi giderken, ya kızcağız şimdi ona üzülüp tedavi aksarsaydı!

Birkaç dakika sonra Nihan da yanına uzandı Bülent'in. Bülent, "Kemoterapi acıtıyor mu?" dedi.

Nihan her zamanki sakin tavrıyla: "Canım benim, belki sana kemo vermeyecekler. Hem ne olur, artık bunları düşünme! Güzel şeyler düşünelim olmaz mı?"

Bülent, Nihan'ın bu lafından sonra sustu, iki ay öncesini düşündü. İki ay önce Nihan'ın göğüs kanseri olduğunu öğrenmişlerdi. Bülent, hayatında en çok önem verdiği insan olan biricik aşkı Nihan'ın kanser olduğunu öğrenince uzun süre kendine gelememişti. Bülent'i yatıştırmak yine Nihan'a düşmüştü. Başarılı bir ameliyat ile Nihan'ın kanserli göğsünü almışlardı. Şimdi ise Nihan'ın tedavisinin ikinci aşamasına geçilmişti. Haftanın iki günü kemoterapi alıyordu, Nihan. Doktor, saçlarınız dökülebilir demişti; fakat Nihan'ın saçları henüz dökülmemişti. O yine de kendisini bu duruma hazırlamak için saçlarını kısacık kestirmişti. İki ay sonra, tam her şeyi yoluna koymuşken, bu sefer de Bülent'in testisinde kanser çıkmıştı. Acil ameliyatla alınması gerekiyordu.

Bülent boş boş gözlerle tavana bakarken, Nihan müzik çaların yanına gitti, Bülent Ortaçgil’den "Oyuna Devam"ı açtı. Nihan şarkıya bağıra çağıra eşlik ediyordu: "Oyuna devam/biz hiç yorulmadık/biz hiç yenilemedik." Sonra gitti ve Bülent'e bir öpücük kondurdu.

Ertesi gün, iyi bir haberle güne başladılar. Bülent'in tomografisi temiz çıkmıştı, kanser metastaz yapmamıştı. Bülent'in az da olsa yüzü gülmüştü. Ameliyat günü de belirlenmişti, iki gün sonra, başarılı bir operasyonla kanserli testis alındı.

Bülent ameliyattan çıkınca arkadaşlarından sağlam destek geldi. Nihan ve Bülent'in evleri misafir kaynıyordu. Onlar hiç alışkın değillerdi aslında, bu kadar çok misafire. Bir iki arkadaş grupları vardı, sadece onlarla görüşüyorlardı. Bunların dışında evlerinde oturup müzik dinleyip, kitap okuyorlardı. Doktor sıkı sıkı tembih etmişti, maskesiz insan arasında çıkılmayacaktı. Bülent, bu emre harfiyen uydu. Nihan ise ilk başta, “Bu ne ya? Hasta mıyım ben de maske takacağım?” dediyse de, Bülent'i kıramamıştı. Eve her gelen misafir sağ olsunlar, elleri boş gelmiyorlardı. Börekler, çöreklerle geliyorlar. Nihan ve Bülent, çoğunu yiyemeden çöpe atıyorlardı. Yakın arkadaşlar ise kanser tedavisinde etkilidir diye ısırgan otu, nar suyu şifalar getiriyorlardı. İkisi de sıkı birer pozitivist olmalarına rağmen, belki işe yarar diye bu otlardan tüketiyorlardı.

Bülent yürümeye başlayınca, Nihan'ı kemoterapi seanslarına götürmeye başlamıştı. Bülent, seans esnasında Nihan'ın en sevdiği yazarı Tezer Özlü’nün Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabını okuyordu. Akşamları eve gelince, Nihan hemen kanepeye uzanıyor, Bülent ona Tezer Özlü okumaya devam ediyordu. İkisi de işlerinden izin almışlardı, uzun zamandır böyle bir hayal kuruyorlardı, baş başa uzun haftalar evden hiç çıkmadan müzik dinlemek, film izlemek, kitap okumak istiyorlardı. Fakat bu şartlarda evde bulunmak, ikisinde de buruk bir sevinç yaratıyordu, ayrıca pek de yalnız kalamıyorlardı. İş yerlerindeki sevmediği çalışma arkadaşlarından kat komşularına kadar birçok insan, geçmiş olsuna geliyordu. Ancak gecenin ilerleyen saatlerinde yalnız kalabildiklerinde ise sevdikleri Bülent Ortaçgil şarkılarından seçmeler yapıp geçmiş hakkında konuşuyorlardı. İkisi de belli etmese de ölüm korkusu içlerinde bir yerde duruyordu.

Nihan çok sevdiği Tezer Özlü'nün kitabını kapatarak, Bülent'e döndü;
“Ne kadar çok ölüyoruz di mi? Hem de saçma sebepler yüzünden. Yaşlılıktan ölenlerin sayısı azalacak bu gidişle. Tanrı'yla bir anlaşma yapsak aslında. Birkaç yıl ölümleri durdursa, yaşamımızın değerini anlar mıyız o zaman?”

Bülent'in gözleri dolar gibi oldu:
“Belki de Azrail ile satranç oynamak yerine, tavla oynamalıyız. Tavla ile ona karşı kazanma şansımız yüksek olur.”

Nihan koca bir kahkaha attı, “Yedinci Mühür'de satranç yerine tavla oynansaydı, film bu kadar etkili olur muydu acaba?” dedi gülerek. 

Fonda Ortaçgil'in Light albümündeki Aşk Var parçası çalıyordu:  "Bir tek aşk var/Aşk var mı?/Var aşk var.” Bu şarkı eşliğinde birbirlerine sarıldılar. Gözleri dolu dolu öpüştüler.

Bülent, Nihan'a döndü ve Nihan'ın gözlerindeki yaşları sildi. Sonra aklına Cahit Zarifoğlu geldi. Önce Nihan'a bir öpücük kondurdu sonra:

“Ve bunları elbette çabucak geçelim sevgilim…”

Can Öktemer

Hiç yorum yok: