27 Kasım 2011 Pazar

İspanya’da Zafer Halk Partisi’nin

Mayıs ayındaki yerel seçimlerde Mariano Rajoy’ün önderliğindeki Halk Partisi (PP) başarısından sonra, 20 Kasım’da yapılan genel seçimler beklendiği üzere bu partinin mutlak galibiyetiyle sonuçlandı. 350 koltuktan 186’sını kazanarak kongredeki çoğunluğu ele geçiren parti, İspanya’nın 1970’lerdeki Franco diktatörlüğünden demokrasiye geçiş döneminden beri kongredeki en yüksek temsil oranına erişti. “Karşı” taraftan bakınca ise bu sonuç İspanyol Sosyalist İşçi Partisi’nin (PSOE) 70’lerden beri aldığı en büyük yenilgi. Oy oranında %15‘lik bir düşüşle ikinci parti konumuna düşen PSOE, elindeki koltukların üçte birinden fazlasını kaybederek bu seçimden 110 koltukla çıkabildi.

Sonuçların bu şekilde olması, Zapatero hükümetinin işsizlik ve derinleşen ekonomik problemlerin çözümünde yetersiz kalması ve seçmenlerin bu sorunların çözümü için İspanya’nın diğer büyük partisi PP’ye kaymasına bağlanabilir. Zaten Mariano Rajoy da seçim vaatlerinde bu noktalar üzerine yoğunlaşmış ve tüm emeklerini “ekonomik krizi yenmeye” harcayacaklarını vaat etmişti. Bununla birlikte İspanya’da birçok kesim PP’nin muhafazakâr politikalarının, Zapatero döneminde elde edilen başta eşcinsel evlilik, kürtaj gibi hakları tehlikeye sokmasından korkuyor. Son iki seçim döneminde PP’nin göçmenlerin İspanyol “değer, örf ve adetlerine” saygı göstereceklerini beyan eden bir kontrat imzalaması önermesi ise başka bir ihtilaf noktası. 

Kongredeki 350 koltuktan geriye kalan dağılımı ise İspanya’nın siyasal arenasındaki değişime farklı bir açıdan ışık tutuyor. Birleşik Sol (IU), bir buçuk milyondan fazla oy toplayarak seçimlerden üçüncü çıktı ve kongredeki koltuklarını 2’den 11’e çıkardı.  İspanya Komünist Partisi’nin (PCE) baskın olduğu bu sol koalisyon, kongrede PP’nin karşısındaki en aşırı uçlardan biri olarak göze çarpıyor. 

Bask ve Katalunya’da zafer ulusalcıların
PP’nin galip çıkamadığı iki bölge olan Bask bölgesi ve Katalunya’ya ise özel olarak değinmek gerekli. Bask bölgesinde sol ayrılıkçı partilerin oluşturduğu Amaiur ile Bask Milliyetçi Partisi (EAJ) yaklaşık üç yüz biner oy alarak kongreye sırasıyla 7 ve 5 temsilci yolladılar. Son yönetimden memnun olmayan Katalunya’da ise PP’ye geçmişle olan bağlarından ötürü güvenmeyen seçmenler, liberal ve Hıristiyan demokratlardan oluşan merkez sağ parti Convergència Unió’yu (CiU) tercih ettiler. Barcelona’da sol karşısında çoğunluğu sağlayamadıysa da, Katalunya’nın genelinde ilk defa birinci olan CiU kongrede 15 koltuğa sahip oldu.

Rosa Díez’in buruk sevinci
İlerlemeci (progresista) söylemleriyle dikkat geçen ve başta Nobel edebiyat ödüllü Mario Vargas Llosa olmak üzere entelektüellerin desteğini alan merkez parti İlerleme ve Demokrasi Birliği (UPyD) ise bir milyonun üzerinde oy alarak büyük bir çıkış yapan diğer bir ulusal parti oldu. Geçen dönemde kongrede sadece hareketin eş-kurucularından Rosa Díez ile temsil edilen parti, bu seçimde 5 koltuk kazandı. Parti, oransal ve sayısal olarak gösterdiği önemli performanstan mutlu olsa da, bu ulusal partinin bölgesel Amaiur ve CiU’dan belirgin bir biçimde daha fazla oy almasına rağmen seçim yasaları sebebiyle çok daha az temsil hakkı kazanmasını hoşnut karşıladığını söyleyemeyiz.

Seçimlerin sonucunda sağ parti PP, iktidarları süresince başka hiçbir partinin desteğine ihtiyaç duymadan kriz reçetelerini uygulayabilecek. Bununla birlikte mağlup PSOE’nin ana muhalafeti ile komünist, ulusalcı ve ayrılıkçı kesimlerin yükselişleri karşısında yakın İspanyol politik hayatının çetin zıtlıklarla dolu geçeceğini söyleyebiliriz. Bunların ötesinde ise ülkenin asıl yüzleşmesi gereken sorunlarının işsizlik, devletin borçları ve ülkenin genel ekonomik durumu olduğunu unutmamalı. PP’nin lideri Mariano Rajoy en büyük vurguları bu konulara verse de, kürsülerde verdiği sözlerin pratikte ne kadar başarılı olacağı, PP hükümetinin bu uğurda ne gibi kararlar vereceği ve yaptırımlar uygulayacağını ama en önemlisi bu gelişmelerin İspanya’da yaşayanların hayatlarını ve sosyal haklarını ne kadar değişeceğini ise zaman gösterecek.

Sertan Şentürk

Bu yazı, 25 Kasım 2011'de Agos gazetesinde yayınlandı.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Ayten Artık Burada Oturmuyor


Yağmurun günü gece yaptığı okul koridorların ve sınıfların iç karartan gri florasan ışığı ile aydınlandığı o gün, sınıf öğretmenimiz Yasemin hanımın sınıf içi disiplini ve kaynaşmayı sağlamak için yaptığı sıralar arası yer değiştirme programı sırasında  benim sırama, benim yanım gelmiştin. Pek mutlu gözükmüyordun çünkü daha önceki sıra ve sıra arkadaşın Sera ile harika vakit geçiriyor, derslerde sürekli eğleniyordunuz. Ben ise kadınları daha keşfetmemiştim kadınlarla ilişkim onların saçını çekmek, tokalarını çalmak salak salak şakalar yapıp onların canlarını sıkmakla sınırlıydı. Ama bu da bir iletişim biçimi değil miydi? O Vandal şakalarımdan en çok sen nasibini alıyordun ve bana fena halde gıcık oluyordun.

O yağmurlu insanın içini bunaltan pazartesi sabahı, sıkıcı Tarih bir karış suratla yanıma oturmuştun. Senin gözünde ben üstü başı toz toprak içinde bütün deli gibi futbol oynayan kızların saçını başını çeken, arkadaşlarıyla sınıfın ortasında güreşen ne idüğü belirsiz bir ilkel yaşam formuydum. Ben ise önlükten, kıravat gömleğe geçtikten sonra kadınları ve aşkı keşfetmeye başlamıştım. Uzun araştırmalar sonucu kalbim seni seçmişti.

Kalbimin neden seni seçtiğini uzun süre sorgulamadım, ama bazı hal ve tavırların bana çok çekici gelmeye başlamıştı. Otorite karşıtı tavırların mesela gizli gizli makyaj yapışına, diz altına gelen eteğinin boyunu her geçen gün kıdım kıdım yukarı doğru çekmene, tuvalette gizli gizli sigara içmene kısacası seni sen yapan bütün özelliklerine aşıktım. Yanıma ilk geldiğinde sabahki İstiklal Marşı töreninden sonra açtığın saçın ve saçtığın o enfes kokuyla yanıma oturdun, ha bir de bir karış asık suratı da unutmamak lazım. Oturduğunda vücudumda ki kan basıncı tavan yaptı, kalp atışlarımda ki ritim arttı. Senin gözünde nasıl göründüğümü düşündüm saçım dağınık mıydı sabah aynaya bakmadan çıkmıştım. Hemen sana çaktırmadan saçımı üstümü düzeltmeye çalıştım. Sen o sırada bana çok tatlı gözüken o pembe kalemliğini çıkarıyordun ve ben yokmuş gibi davranıyordun. Tarih dersi bütün sıkıcılığıyla devam ediyor konun Osmanlı İmparatorluğu Duraklama devri olunca daha bir yavaşlıyordu sanki. Ben aramızda ki bu gerilim azaltmak için senden o an boş duran defter sayfama rağmen silgi istedim. Sen hiç cevap vermeden kalem kutundan harika kokulu bir silgi verdin. ‘’Bu kokulu silgiler kanser yapıyormuş’’  dedim sana. Sen ‘’Olabilir bana ne!‘’ dedin.

O günün akşamı eve geldiğimde kendimi kötü hissediyordum. Evdekilere merhaba bile demeden odama geçip, müzik çalarımı açtım isyankar ergen ruhumu biraz olsun dindirmek için Scorpions grubunun ‘Still Loving You’ adlı parçasını açmış. Seni düşünmeye başlamıştım.

Ertesi gün okula koşarak gittim, o güne kadar okuldan nefret ettiğimi düşünen ailem beni okula koşarak gittiğimi görünce çok şaşırmışlardı. Okula geldiğimde sen henüz gelmemiştin. Bende bu sensizlik süresini değerlendirmek için tuvalete koştum. Sabah saçımı jöle kutusuyla yıkamıştım. Tuvaletteki florasan ışığının etkisiyle parlak kafam dedektif Memoli iticiliğine bürünmüştü. Saçımı bozup  başka bir model mi denesem diyordum kendime. Ama senin hangi saç modelinden hoşlandığını bilmiyordum. Sınıfa geri döndüm ama sen yoktun. Dersin başlamasına da 10 dakikadan az bir süre kalmıştı. Yakın arkadaşın Sera’ya gelip gelmeyeceğini sordum. Sera ruhsuz bir şekilde ‘’Ayten bugün gelmeyecek hastalanmış kesin senden kapmıştır‘’ dedi. Sera’ın o kalbime balyoz etkisi yapan cümlesiyle, güzel başlama olasılığı olan o gün bana haram olmuştu.

Büyük bir hayal kırıklığı ile sırama oturmuş, yarını beklemeye başlamıştım. Seni bir gün bile görememek sana bağlılığımı ve aşkımı daha da artırmıştı. Leyla’sına aşık olmuş Mecnun gibi olmuştum. Aklımda hep sen vardın, ‘Milyon Kere Ayten’ şiiri benim için gerçek olmuştu. Hani o unutulmaz Ümit Yaşar Oğuzcan’ın yazdığı şiir. Neydi sözleri ;

‘’Ben bir Ayten'dir tutturmuşum 
Oh ne iyi
Ayten'li içkiler içip 
Sarhoş oluyorum ne güzel 
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin 
Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor 
Şarkılar söylüyorum Şiirler yazıyorum 
Ayten üstüne 
Saatim her zaman Ayten'e beş var 
Ya da Ayten'i beş geçiyor...‘’

Zannedersem böyle devam ediyordu sözleri. Benim için hayat sen olmuştun. Sınav zamanları sınav kağıdına ad-soyad kısmına bile dalgınlıkla senin adını yazıyordum. Sana açılmak için çok çaba sarf ediyordum. Ama sen ben yokmuşum gibi davranıyordun.

Orta okulun bitmesine de az bir süre kalmıştı. Bir ay içinde orta okulun sonuna varıcaz. Lise hayatımız  başlayacaktı. Herkes başka bir yere başka bir okula savrulacaktı.Yani en kısa zamanda sana açılmam gerekiyordu. Basiretim bağlanmıştı sanki, senle iletişimim dünkü ödevi yapmış mıydın, sınav konuları neydi… türündeydi. Aramıza gereksiz bir bürokrasi girmişti. Sana karşı hissettiğim platonik aşkın seviyesi gün geçtikçe artıyordu. Evde sessizliğim ailemi korkutmaya başlamıştı. Arkadaşlarım beni maça çağırıyor gitmiyordum, bilgisayar oynamaya çağırıyorlardı beni, ben yine gelmiyordum. Arkadaşlarıma bu durumumu açıkladığımda hepsi benimle dalga geçmişlerdi. Hayatlarında hiç aşık olmamışlardı ki nasıl anlasınlar beni. Freud sizin bu durumunuzu görse mesleğini bırakırdı be! Ergenliğe girmişsiniz hala kadınları keşfedememişsiniz. Günler haftalar  işte böyle geçiyordu. Benim sana karşı açılma çabalarım hep sonuçsuz kalıyordu. Her şeyi deniyordum, mektup yazma, konuşma çabalarım. Bütün bu denemelerim senin bana karşı inşa ettiğin o duvardan öteye geçemiyordu. Sevgilin olup olmadığını bile bilmiyordun. Sera ile teneffüslerde gizli gizli bir şeyler konuşuyordunuz. Ben bu konuşmaları hep kendi üstüme alınıyordum. Belki benden ne kadar hoşlandığını Sera’ya anlattığını umut ediyordum.

Derken yine bir pazartesi fakat aydınlık bir pazartesi günü öğretmenimiz Yasemin Hanım, sınıf içi iletişimi sağlamak için tekrar sıra değişikliğine gitti. Ben bir baltanın,  Ayı Seyfi’nin yanına  geldim. Sen benim görüş alanımdan da çıkmıştın bu yeni düzenlenme ile arka sıraya hiç sevmediğim ve hoşlaşmadığım Tuğçe’nin yanına gitmiştin. O ana kadar aşkıma karşılık verisisin diye  ben umut beslerken, aşkım imkansıza dönüşmüştü.

Orta okul bitti herkes kendine yoluna gitti, sen başka bir okula gittin ben başka bir okula gittim. Aşk acısını zaman dindirir derler, benim kini harlıyordu namussuz. Yıllar geçti büyüdüm hayatıma başka kadınlar girdi, evlendim fakat sana karşı hissettiğim o ilk aşk duygusunu bir daha hiçbir yerde bulamadım.

Can Öktemer

18 Kasım 2011 Cuma

İspanya'da 'Progresista' Rüzgarı


Avrupa politika gündemini bu aralar Yunanistan işgal ederken, Akdeniz’in öbür ucunda İspanya’da da rüzgârlar yön değiştiriyor. 20 Kasım’daki seçime, Türkiye’dekinin aksine şehirlerini flama, bayrak ve seçim şarkısı bombardımanına tutmadan hazırlanan ülkede son yıllarda yönetimin yarattığı hayal kırıklıklarını demokratik ortama yansıyacak gibi gözüküyor. Bu değişimin içerisinde, özellikle entelektüel kesimde, küçük bir parti olan İlerleme ve Demokrasi Birliği (UPyD) büyük destek görüyor. 

İspanya’nın en büyük iki partisi olan solda İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) ve sağda Halk Partisi (PP)’ne karşı Eylül 2007’de kurulan UPyD oldukça yeni bir parti. Parti geleneksel konumlara karşı çıkarak, kendini sol veya sağ yerine “ilerlemeci” (progressista) olarak tanımlıyor.  Bünyesinde sosyalistler, liberaller ve muhafazakârlar gibi birçok politik görüşten üye bulunduran bu “merkez” parti ve terörizmle mücadeleden, anayasal ve ekonomik değişikliklere ve demokrasiyi güçlendirmeye varan önerileriyle de bazen sol bazen de sağ tezlere yakın bir duruş sergiliyor.

Partinin en belirgin ismi ise kesinlikle aynı zamanda sözcüsü ve Temsilciler Meclisi’ndeki tek üyesi olan partinin kurucularından Rosa Díez. Bask bölgesinden gelen ve yıllarca sosyalist PSOE’de çalışan Díez, bu süre içerisinde Bask hükümetinde Ticaret ve Turizm Bakanlığı ve Avrupa Parlamentosu’nda üyeliği gibi görevlerde bulundu. PSOE’nin özellikle ETA’yla olan görüşmelerine olan muhalefeti sebebiyle partiden ayrılıp bu yeni oluşumu kurdu. ETA’nın şiddet eylemlerine karşı önderlik ettiği sessiz yürüyüşlerle de büyük kamuoyu desteği aldı.  Bunun yanı sıra, geçen senenin Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Mario Vargas Llosa’nın da aralarında bulunduğu önemli bir entelektüel kitleden destek almakta. 

UPyD’nin öncelikli amacı İspanya anayasasında değişiklikler yaparak demokrasiye olan inancı tazelemek olarak görülüyor. Bunun için sundukları en tartışmalı öneri de otonom modelin kaldırılması ve eğitim gibi belli başka konularda merkeziyetçiliğe dönüş çağrısı. Parti, bireyleri onların yöresel, dini, dilsel, ideolojik ve benzer hiçbir arka planlarına bakmadan eşit tanımlamakta ve bu doğrultuda da her türlü ulusalcı yaklaşıma karşı gelmekte ve laik bir tutum takınmakta. Bunun haricindeyse, UPyD’nin en çok terörizme karşı takındığı politika ilgi çekiyor. Parti “öldürenlerle uzlaşma sağlanamayacağını” öne sürerken, başta ETA olmak üzere her türlü terörist faaliyetle mücadele etmeyi ve terörist örgütlerin herhangi bir ideolojik ve politik gerekçeyle eylemlerini haklı çıkarması önlemeyi hedefliyor. Bu yüzden, Rosa Díez,  ETA’nın en büyük hedefi konumunda.  

Elbette, partinin geleneksele göre geniş olan yelpazesi üzerine birçok eleştirinin hedefi. Bunlardan en önemli eleştiri partinin anti-ulusalcı politikasının aslında merkeziyetçi ulusalcılığa hizmet ettiği görüşü. Bu görüş, parti tarafından eğitimde yöresel çift-dilliliğe yaptığı vurgu gösterilerek reddediliyor. Bununla birlikte kuruluşundan beri geçen kısa dönemde, Díez’in baskın tutumunu ve parti içi demokrasinin eksikliğini eleştirerek, partinin ana görevlerinden biri olan “demokrasiye olan inançları pekiştirme” amacından saptığını düşünerek ayrılan insanların sayısı da azımsanacak gibi değil.

Geleneksel sağ/sol söylemlerden uzak duran ve kuruluşundan beri birçok tartışmayı beraberinde getiren bu partinin, önümüzdeki seçimde İspanya’nın PP ve PSOE gibi kudretli partilerinden biri olabileceğini söylemek zor. Bununla birlikte partinin, özellikle de entelektüellerin desteğiyle, bu seçimlerde oy oranını belirgin bir biçimde arttırıp mecliste etkili bir konuma geleceği düşünülüyor. Elbette Katalunya’dan 30 yıldan beri ilk defa sağın birinci çıkacağının düşünüldüğü ortamda daha uzun vadeli dinamiklerin ne getireceğini bilmek pek de olası değil. Ayrıca parti siyasalarının, İspanya’nın sorunlarının üstesinden ne kadar geleceği ve ne gibi yeni sorunlara yol açacağı da ayrı bir tartışma konusu. Bunun birlikte partinin yıllardır birbirlerini çözümsüzce eleştiren sol ve sağ uçlar arasında bir denge kurması ve İspanyol politikasını aşırılardan uzak ve uzlaşmacı bir konuma yakınlaştırması bile ülke için yeterince önemli bir kazanım.

Sertan Şentürk

Bu yazı, 11 Kasım 2011'de Agos gazetesinde yayınlandı.