26 Ağustos 2012 Pazar

Google’dan Aramalara Otomatik Sansür

Google Search, şu anda dünyanın en çok kullanılan ve muhtemelen en kullanışlı arama motoru. Oldukça karmaşık algoritmalardan faydalanan bu sistem, aradığımız bilgiye en ilgili kaynaktan ve en kolay şekilde ulaşmamızı sağlıyor. Fakat, bu haftadan itibaren arama motoruna pek de hoşumuza gitmeyebilecek otomatik bir özellik ekleniyor: sansür. 

Google, arama motorunun resmi blog sitesi olan http://insidesearch.blogspot.com’da, bu haftadan itibaren telif hakları ihlallerinin, arama algoritmalarının değerlendirdiği 200’den fazla kriter arasına konulduğunu açıkladı. Buna göre telif hakları yasalarını sıklıkla ihlal eden internet siteleri, aramalarda otomatik olarak alt sıralarda gösterilecek. Google, böylelikle internet kullanıcılarını müzikler, videolar ve yazılımlara yasal yollarla ulaşabileceği kaynaklara kolayca yönlendirebilmeyi hedefliyor.

Google’ın bu kararı almasının özünde ise şirketin telifle ilgili gelen şikayetlerle başedememeye başlaması yatıyor. Kurumlar veya kişiler telif hakları ihlalleri, pornografik içerik, nefret söylemi, özel hayatın gizliliği ve devlet sırları gibi çeşitli gerekçelerle Google’dan kendi servislerinde saklanan bilgileri kaldırmalarını veya bazı arama sonuçlarını gizlemelerini talep edebiliyorlar. Eğer Google incelenen şikayeti haklı bulursa, isteği genel ya da bölgesel olarak yerine getiriyor. Google geçtiğimiz ay sadece telif hakları ile ilgili 4.3 milyondan fazla şikayet aldı; bu da bir günde aldıkları şikayet sayısının, 2009 yılının tamamında aldıklarından daha fazla olması demek. 


Şikayetlerin haricinde, şirket uzun bir süredir kendi servislerine yüklenen ve telif hakkı sorunu oluşturabilecek (Youtube’a yüklenmek istenen ünlü bir film sahnesi gibi) içerikleri “parmak izi” diye adlandırılan teknolojiler sayesinde otomatik olarak tespit etmekte ve telif ile ilgili bir sorunu daha şikayet olmadan kaldırmakta. Yani Google, (her ne kadar bir çok talebi yerine getirmiyor olsa da) haklı veya haksız sansür isteklerini zaten yerine getiriyordu. Google, bundan böyle internette kendi saklamadığı içeriklerin de uygun olup olmadığına karar vererek sansürcülük rolünü başkalarının sırtından kendi üzerine yüklüyor. Üstelik sansürü algoritmik bir biçimde uygulayarak, arama sonuçlarını topluca “uysallaştırarak...”

Buradan karlı çıkanın ise, Google’ın iddia ettiğinin aksine, internet kullanıcısı olacağını söylemek kolay değil. Korsanın “sorun” olmaya başladığı 2000’lerden günümüze her yıl çıkarılan albüm sayısı ve satış rakamlarını incelersek, korsanın  satışları da, yaratıcılığı da öldürmediğini görüyoruz. Telif hakları yasalarının ve korsanı önlemeye yönelik çalışmaların asıl amacı, yaratıcı çalışmaları yaratıcıların haklarını gözetecek şekilde korumakla, toplumun bu çalışmalardan yararlanabilmesi ve/veya keyif alabilmesi arasında bir denge kurmaktır. Google’ın bu yeni uygulaması ise yaratıcı zihinlerin haklarını kollamaktan ziyade (özelikle de gelişmekte olan ülkelerde) bilginin özgür paylaşımına bir darbe olacak. SOPA ve PIPA gibi yasaların reddiyle isteklerini elde edememiş “kültür” endüstrisi ve sansürün Wikileaks gibi “sakıncalı” sitelere genişlemesini umabilecek yasal otoritelerin ise bu gelişmeden memnun olacağını tahmin etmemek mümkün değil.

Sertan Şentürk

Bu yazı, 16 Ağustos 2012 tarihli Agos gazetesinde yayınlanmıştır.

21 Ağustos 2012 Salı

Pop Basitliğin ve Gürültünün İçinde Kayboluyor


Ailelerimiz, bizlere çoğu zaman kendi zamanlarının müziklerinin daha dolu ve zengin olduğunu söyler durur. Onlara göre günümüzde, her şeyin bir nebze olduğu gibi, müzikler de kolaylaşmış, bir miktar tatsızlaşmış ve hatta kuru gürültüyle dolmuştur. Pek muhtemelen, onların ebeveynleri de ailelerimize kendilerinden emin bir biçimde aynı sözleri sarf etmişlerdi. Yalnız bu seferlik, kuşak çatışmasını suçlamadan, büyüklerimizin sözüne itimat etmemiz gerekebilir: çünkü Nature’da basılan bir makaleye göre günümüzün pop müziği gerçekten de her zamankinden daha yüksek ve basit!

Barcelona’da Joan Serrà’nın öncülüğünde bir grup araştırmacı bu sonuca EMI, Spotify, BBC gibi büyük şirketlere müzik altyapılarını sağlayan Echonest ile  Columbia Universitesi’nin ortaklaşa oluşturduğu dünyanin şu andaki en kapsamlı ücretsiz batı müziği bilgi bankası olan “Milyon Şarkılık Bilgi Bankası”nı kullanarak varıyor. Araştırmacılar bu bilgi bankasındaki son 50 yılın Batı pop müziği parçalarını çeşitli yapay zeka ve istatistik metodları ile analiz ediyor. Böylece müziğin zaman içerisinde nasıl değiştiği (ya da “evrim geçirdiği”) üzerine fikir sahibi olmaya çalışıyorlar. 

12 Nota ile Ne Kadar Müzik Yapılabilir ki?!
Araştırmacılar, ilk olarak son 50 yılda tercih edilen notalar, akorlar ve bunların kayıtlar içerisinde gösterdiği geçişlerle bakıyorlar: görülen o ki pop müzikte halen keşfedilmeyi bekleyen çok fazla sayıda yol var. Yani dünyadaki her kombinasyonun çalındığı ve yaratıcılığın imkansız hale geldiği gibi bir durumdan korkmamıza henüz gerek yok. Öte yandan, pop müzikte bizlere şaşkınlık hissi verebilecek, beklenmedik müzikal geçişler azalırken, sıklıkla tercih edilen melodik yürüyüşler daha da yaygınlaşmış. Bu da demek oluyor ki, günümüzün pop müzisyenleri yeni arayışlara girmektense aynı nağmeleri daha da sadeleştirerek tekrarlamayı tercih ediyorlar.

Gelişen İmkanlar İnsanları Keşfe Sevk Etmeyebilir
Bir sonraki adımda ise kayıtlarda kullanılan seslerin (bir kemanla bir gitardan çalınan ayn notanın farklı renklerinin olmasi gibi) çeşitliliğinde yıllar içerisinde bir değişiklik olup olmadığı incelenmiş. 1950’lerden bu yana, teknolojinin gelişimine paralel olarak genişleyen enstrüman ve kayıt seçenekleri sayesinde, müziğin çok daha fazla ses rengine yer vermesi gerektiğini düşünebilisiniz. Yapılan analizler, gerçekten de 65’li yıllara kadar genişleyen müzikal paletten hakkını vererek yararlanıldığını ortaya koyuyor. Fakat bu tarihten sonra pop müzik, gittikçe daralan ve döneminin çok tutulan ses renklerinin dışına fazla çıkmayan bir şekle giriyor. Yani 70, 80 ve 90’larin gerçekten de kendine ait bir “ses”leri var, ama her dönemin müziği, gittikçe artan bir muhafazakarlıkla, güvenli bölgelerinin dışına çıkmamaya başlıyor. Günümüzde ise ister R&B dinleyelim, isterse elektronik dans müziği, popüler müziğin sınırları içerisinde kaldığımız sürece ayni gitarlara,  synthesizerlara ve derinlerden gelen perküsyonlara mahkum oluyoruz...



... ve “Gürültü Savaşları”nın Müzmin Kaybedenleri
“Artık tüm müzikler yüksek çalınıyor: heyecanınızı da aktarmak isteseniz, hüznünüzü de bundan böyle bunu bağırarak yapmanız gerekiyor.” Bu ifade özellikle son 15 senenin kayıtlarına yöneltilen en büyük şikayetlerden birisi. Barcelonalı grup, son olarak “Gürültü Savaşları” olarak da adlandırılan bu durumun gerçekten var olup olmadığını kontrol ediyor. Sonuçlar ise kaybedenin kulaklarımız olduğunu gösteriyor, çünkü kayıtlardaki ses yüksekliği her sene düzenli olarak 0.13 dB artmakta. İlk başta bu rakam kulağa ufak gelse da 1955’ten günümüzde biriken bu 50 senelik artış, günümüzde her kayıtta kulaklarımıza indirilen bir balyoz olarak kendini gösteriyor. 

Bununla birlikte kayıtlardaki dinamiklerde, yani en yüksek ses ile en alçak ses arasında farkta, çok değişiklik olmamış. Elbette insanların yüksek seslerdeki değişimleri alçak seslerdeki kadar algılayamadıklarını belirtmekte fark var. Bu sebeple kendimizi gittikçe sağırlaşan kulaklara ifade etmek istiyorsak daha da çok bağırmamız gerekiyor. Ama araştırmacıların bizlere kötü bir haberi var: kayıtlardaki ses seviyeleri son süratle dijital teknolojilerin limitlerine dayanmakta. Eğer gürültü savaşları kaldığı yerden bu hızla devam ederse yakın zamanda dinlediğimiz tüm müzikler tekdüze bir haykırıştan ibaret olacak!


Popülerlik Peşindekilere Müzikal Öneriler
Dinleyiciler için hayat yine de devam ediyor, radyolar birbirine kardeş gibi benzeyen yaz hitlerini çalmaya devam ediyor. Peki eğer bir müzisyenseniz ne yapacaksınız? Sizden çok da farklı olmayan yüzbinlerce popçunun sıradan parçaları arasından kendi müziğinizi gösterebilmeniz mümkün mü? Aslında çözüm düşündüğünüzden de kolay; tek yapmanız gereken araştırmada elde edilen bulguları sırasıyla tekrarlamanız: 

1. Popüler bir nağmeyi alın ve onu basitleştirip “yeni ve orjinal” bir nağme yaratın.
2. Yeni nağmenizi o günün trendlerini yansıtan enstrümanlar ve alt yapılarla düzenleyin. 
3. Son olarak, ne yaparsanız yapın, kaydınızın başka kayıtlarından daha “net” duyulabildiğinden emin olun. 

Bunların üzerine çarpıcı bir imaj yapabilirseniz bir Justin Bieber, Lady Gaga, Serdar Ortaç ya da Demet Akalın olmanız işten bile değil!

Yoksa Müzik Ölüyor Mu?
Pekala, günümüzün pop müziğinin her zamankinden daha yalın, tatsız ve gürül gürül olduğunu biliyoruz. Son 50 yılın eğilimlerine bakılacak olursa işlerin değişebileceğine dair bir işaret yok. Peki yaratıcı müziğin birkaç on yıllık bir ömrü kaldığını varsayıp, şimdiden yas tutmaya mı başlamalıyız? 
Öncelikle dünyadaki tüm müzikler popüler müziklerden ibaret değil. Bunun da ötesinde pop müziğin tamamını aynı tornadan çıkmış, endüstriyel bir sürecin ürünü olarak görmek yanlış olur. Popüler olsun ya da olmasın güzel müziğin peşinde olan müzisyenler hep var olacak. Bakmayı ihmal ettiğimiz her köşede, keşfedilmeyi bekleyen sayısız ve farklı müzikler bizleri bekliyor. 

Öte yandan müzik dinlemek sadece “kaliteli” olanı yüceltmek gibi görevsel bir kaygının içerisine sıkıştırılamayacak kadar kişisel bir deneyim. Bir konserde harika bir gitar solosu dinleyen bir kalabalığın, birbirlerinin gözlerine bakarak şarkı söyleyen iki aşığın ya da bir ayinde ney üfleyen bir neyzenin yaşadığı duygu yoğunluğunu bilimsel olarak ölçmeye ve karşılaştırmaya çalışmak anlamsız olur. O yüzden siz siz olun, sevdiğiniz müziklerin tadını çıkarmaya bakın. Çünkü belki de müzik hakkındaki en saf gerçek, sizin onu her dinlediğinizde yaşadığınız hislerdir...

Sertan Şentürk

Bu yazı, 9 Ağustos 2012 tarihli Agos gazetesinde yayınlanmıştır.