14 Eylül 2013 Cumartesi

Ecdadından bihaber dizi: Fatih




Filmleri kaç kişinin izlediğinin sayılamadığı Yeşilçam dönemlerine haksızlık etmemek için tüm zamanların diyemesek de, bilinen “en çok izlenen filmler”in ilk sırasında “Fetih 1453” var artık. 2012 Nisan ayı itibariyle 6 milyondan fazla kişinin bu filmi izlediği söyleniyor. Yapımcı Fatih Aksoy, bu sezon filmi dizi olarak televizyona taşımaya karar verdi ve “Fatih” ismiyle dizinin çekimlerine başlandı. Filmin gişe başarısının yanı sıra, konunun popülerliği ve tarihi dizilerin, özellikle “Muhteşem Yüzyıl”ın izlenme oranları da elbette ki bu kararda pay sahibi. 

Yaklaşık üç hafta önce dizinin ilk fragmanı dönmeye başladı ekranlarda, bu hafta da ikincisi... Fragmanlardaki garipliklerden önce cast seçimine değinelim. Filmde Fatih’i canlandıran Devrim Evin’in de, dizideki Mehmet Akif Alakurt’un da maşallah boyları posları gayet yerinde. Hâlbuki Fatih’in yaklaşık 1,65 boyunda ve çelimsiz olduğu rivayet edilir. Böylesi bir “büyütme” ve mitleştirme anlayışı, Türkiye’de bir alışkanlık... Hatırlarsanız Mustafa Kemal’in boyu da epey bir tartışma konusu olmuştu. Nedense “büyük Türk”ler cismen küçük olamıyorlar. 

Gelelim fragmanlara... İlk fragmanda, Fatih atının sırtında tahminen İstanbul’a giriyor ve ekrana bir anda koca puntolarla “Büyük Türk” ibaresi yansıyor. İlk olarak İttihatçılarla başlayan Fatih’i milliyetçi tarih yazımının en büyük muzafferi olarak konumlandırmanın bariz bir dışavurumu akıyor ekranlardan. Avrupa’da zikredildiği söylenegelen bu hitap şekli gururla kullanılırken, Fatih’in kendi kullandığı Kayser-i Rum (Roma İmparatoru) unvanının hep arkada bırakılması da açık bir zihniyet tercihi. Aynı fetihten sonraki üç günlük yağmanın “büyük anlatı”da hiç yer almaması gibi…

İkinci fragman ise bir fecaat... Uzak çekime yansıyan Tarihi Yarımada’ya giderek yaklaşıyoruz. Bir bakıyoruz ki, bugünkü Sultanahmet Meydanı’nda koca bir hipodrom... Hâlbuki 300’lerde kurulan bu devasa yapı, 1200’lerde Haçlı Seferleri sırasında Latinlerin Konstantinopolis’i istilası sonucu kaderine terk edilmişti diye yazıyor tarih kitapları. Yani 1453’te İstanbul’da bu yapıdan eser yok.


Gariplikler bununla da kalmıyor. Ayasofya’da Fatih’le birlikte cemaatin kıldığı namaza odaklanırken, Ayasofya’yı bugünkü haliyle, yani dört minareli olarak görüyoruz. Fakat biliyoruz ki Fatih, Ayasofya’yı camiye çevirdikten sonra sadece tuğladan minareyi ekletmiştir. Hatta Fatih’in bu minareyi aceleyle ahşaptan yaptırdığı, oğlu II. Beyazıt’ın bu minare yerine tuğlalı minareyi ve de ikinci minareyi yaptırdığı söylenir. Birbirinin aynısı olan diğer iki minare ise II. Selim, Mimar Sinan’a Ayasofya’nın bakım çalışmalarını yaptırırken, inşa edilmiştir. Zira Ayasofya’nın dört minaresi farklı zamanlarda yapıldığı için birbirinden farklıdır. Aynı fragmanda, imamdan yani padişahtan önce davranarak cemaatin secdeye yatması ise başka bir ‘gariplik’ olarak duruyor önümüzde.

O zaman, dizinin yapım ekibine sormak gerekir: Milliyetçi hamasete kolayca konu ettiğiniz “ecdadınız”ın tarihinden bu kadar mı bihabersiniz? O kadar para verip böyle bir tarihi dizi çekerken, bu tür çok bariz hataları engelleyebilecek bir tarih danışmanı bulamadınız mı? Yoksa tanıtıma koyduğunuz “Büyük Türk” paranteziyle birlikte alt metinde “buralar hep bizimdi” mesajı mı vermek istiyorsunuz?

* Bu yazı, 15-22 Eylül 2013 tarihli Agos Derkenar sayfasında yayınlanmıştır. 
Sevag Beşiktaşlıyan