5 Mart 2011 Cumartesi

Sanal Kubbede Hoş Bir Seda: WikiLeaks

WikiLeaks’in gündemimizde kalması pek uzun soluklu olmadı. Belgeler ufak çaplı bir hezeyan yarattı ama ardında, Julian Assange’ın cinsel taciz davası dedikodularını ve CIA bağlantılı komplo teorileri bırakarak bu diyarları terk etti. Narsist miyopluk mağduru Türkiye medyası da sağ olsun geriye dönüp hiç bakmadı bir daha… Fakat WikiLeaks’in işaret ettiği direniş mecrası, iki devrimle sonuçlanacak kadar güçlü bir alan olduğunu gösterdi. İnternet üzerinden örgütlenen ve yerelden ulusala ve uluslararasına taşınan direnişler, şimdilik yalnızca anlamaya çalışabileceğimiz bir yeni düzenin içine hızla yol aldığımızın göstergesi oldu.

Biz ise her zamanki çok bilmiş özneliğimizle, olup biteni eskiye dair ne kadar kavram varsa yeninin üzerine uydurmaya çalışarak anlatma ve bir cümlelik “Arap milliyetçiliği”, “sosyalist direniş” veya “eyvah İslam geliyor!” konseptli açıklamalarımıza sığınma yollarını tercih ettik. Tekinsiz bir ortam olduğunu ve daha huzurlu zamanlarımıza dönme isteğimizi anlıyorum fakat yine de ortaya konulması gereken tavrın, korkudan titreyerek bir anlama yolculuğuna çıkmak olduğunu düşünüyorum. Bu yolculuğa öncelikle internette direnişe ilham veren WikiLeaks’le başlamak benim için bir minnet borcudur.

Yolculuğa Timur Kuran’ın “Yalanla Yaşamak”[1] kitabında bahsettiği gibi, iktidarın baskısından korkan muhalif grupların esas dillendirmek istediklerini başka mecralara akıttıkları ve dolayısıyla tercihlerini çarpıttıkları gerçeğiyle başlayalım. Şimdiye kadar devrimlerin gerçekleştiği Tunus ve Mısır’daki diktatörlüklerin yanında hâlihazırda büyük bir direnişe sahne olan Libya’nın iç politik ortamındaki baskılar ve yıldırmalar hepimizin malumu. Muhaliflerin açıkça isyanlarını dile getirememeleri ve bunun için örgütlenememeleri, iktidara karşı duydukları korkunun bir sonucu. Bu korku sonucu, muhalifler bile sonu gelmesi gerektiğini düşündükleri rejimler hakkında kamusal alanda rahatça tercihlerini ortaya koyamıyorlardı.  İşte WikiLeaks’in rüzgârı, bu baskı ve yıldırmalardan korkan ve bu yüzden düşündüğünü kamusal alanda net ifade edemeyen muhalif gruplara, iktidara karşı haykırma şansı verdi. Herkesin bildiği çürümüşlüğü, uluslararası alanda sistemlerin yüzüne çaldı. Elbette ki devrimlerin ve direnişlerin kıvılcımını WikiLeaks çaktı demiyorum ama ekonomik kriz ve hâlihazırda bir devamlılık içinde olan toplumsal hareketliliğin yanı sıra, Žižek’in dediği gibi, WikiLeaks, “rezil olanı daha da rezil etme”[2] misyonunu başarıyla yerine getirdi diyebiliriz.

Ayrıca, WikiLeaks’i, Panoptikon’u rahatsız eden bir mekanizma olarak da tanımlayabiliriz. Panoptikon’un en temel özelliği, iktidarın her şeyi görmesinin yanı sıra aynı zamanda gözetlenememesidir. Fakat WikiLeaks sayesinde, Panoptikon’un bir kısmının gözetlenebildiği ortaya çıktı. Panoptikon sistemini alaşağı edecek, sistemin içine girmiş bir böcek büyüklüğüne ulaşamasa da iktidarın tedirginliğini arttırmak bakımından çok önemli bir adım... Ancak unutulmaması gereken çok önemli bir ayrıntı da, aslında WikiLeaks’in de her şeyi gören/gözetlenemeyen bir Panoptikoncuk esasıyla işlerini görmesi. Bülent Somay’ın uyardığı gibi istendiğinde kamu aleyhine büyük zararlara yol açması için kullanılabilecek bir sistemin bilgisi birkaç iyi adamın elinde[3]. Bu da var olan iktidara direnen ama kendi içinde yeni bir iktidar sahası oluşturan bir ortamı işaret ediyor. Fakat bu yeni sahada, direnişi yürütebilmenin tek şartı, hacker becerisine sahip olmak. Bu da bizi beceri ve bilgi sahiplerinin kendiliğinden üst katmanda yer aldığı yeni bir hiyerarşik düzene götürüyor. Var olan direniş örgütlenmelerinden daha yatay ve mobilize bir sınıflandırma olsa da, iktidarın engellenemez yozlaştırıcılığını göz ardı etmemek gerekir. Aynı zamanda, varabileceğimiz yeni iktidar sahasını açıklamak için, Jerry Bentham’ın “bir üst aklın, gücü elde etmesi”[4] olarak tarif ettiği Panoptikon’a geri döneriz.
  
Aynı zamanda, Burçe Çelik’in Birikim’deki yazısında[5] da bahsettiği gibi, WikiLeaks’in ele geçirdikleri aslında iktidarın bilgi üretim mekanizmasının ham maddeleri olan işlenmemiş malumatlar yığınından ibaret. Bunlar iktidara karşı bir direnişin bilgi üretim sisteminde kullanılmazlarsa, kamunun bilmesinin aslında pek bir getirisi olmayacak. Hatta tam tersine, geçmişteki iktidar kayıplarıyla hadım edilme sendromu yaşayan Türkiye ve Rusya gibi milliyetçi ülkeler için, iktidarın lehine kullanılması bile söz konusu olabildi. AKP’nin ABD temsilcileri tarafından güvenilmez addedilişi ve bozuk ilişkileri, AKP’ye puan kazandırırken, eski veya yeni bakanlar hakkındaki iddialar hasıraltı edilebildi. Aynı zamanda, Putin ve Medvedev hakkında çıkan belgeler de, Rus medyası tarafından ABD’nin Rusya’nın yükselişinden korkması olarak yorumlandı.

Şu ana kadar yaşananlar hakkında bildiğim tek şey, yine de şimdilik WikiLeaks’in bıraktığı sedanın kulağa hoş geldiği... Artık iktidar yerinde rahat oturamayacak. Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’da söylediği gibi, dünya yumrukla değil, beyin ve kıçla yönetiliyorsa, WikiLeaks bir arı misali o kıça bir iğne batırdı. Ve John Holloway’in dediği gibi, dünya tek yumruk darbesiyle değil, bir milyon arı sokmasıyla değişecek[6]

Emre Can Dağlıoğlu



* Bu yazı, 3 Mart 2011 tarihli Agos gazetesinde yayınlanmıştır.
[1] Kuran, Timur (2001), Yalanla Yaşamak: Tercih Çarpıtmasının Toplumsal Sonuçları, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
[2] Žižek, Slavoj, Good Manners in the Age of Wikileaks, s. 10, London Review of Books, Vol. 33 No. 2, 20.01.2011, http://www.lrb.co.uk/v33/n02/slavoj-zizek/good-manners-in-the-age-of-wikileaks.
[4] Bentham, Jerry (1995), Panopticon (Preface), Panopticon Writings, Londra: Verso.
[5] Çelik, Burçe, Wikileaks’ten sızanlar, internet teknolojisi ve iktidar, s. 44, Birikim, 261, Ocak 2011.
[6] Holloway, John, Bir Milyon Arı Sokması, Bir Milyon Erdem, s. 62, Birikim, 205-206, Mayıs-Haziran 2006.

Hiç yorum yok: