28 Şubat 2011 Pazartesi

Bir Sahne Emekçisine Saygı Duruşu…

Onu ilk izlediğimde, yanılmıyorsam televizyondaki ilk Ankara dizisi olan Ferhunde Hanımlar’da, bıçkın servis şoförünü oynuyordu. İlkokuldaydım ve oynadığı karakterin kaza sonucu ölümüne ağladığımı çok net hatırlıyorum. Ondan sonra televizyonda sayısız dizide izledim onu. Tok sesli, gür bıyıklarıyla sert adam havalı ve racon bilir bir görünüşü vardı ki senaristler de aynı benim gibi düşünmüşler, hep bu tür rolleri oynadı. Çoğu TV ve sinema izleyicisinin görse tanıyacağı ama ismini çok bilmediğimiz karakter oyuncularından Turgay Tanülkü’den bahsediyorum.

Tanülkü’yü, yerli dizi piyasasına “suni teneffüs” hayatiliğinde katkı yapan bir başka Ankara dizisi Behzat Ç.’nin son bölümünde bir kez daha izledik. Yıllar sonra, bir dizinin karşısında yine onunla ağladım. Zaten kahhar olunacak bir konunun üzerine yaşarmışçasına oynadığı Mehmet Amca ciğerime oturdu. Silikozis hastası bir işçinin (destek ve detaylı bilgi için http://www.kotiscileri.org/) babasını oynuyordu. Kot kumladığı için amansız bir hastalığa yakalanmış oğlu için çaresizce çırpınan bir baba… Sahipsizler… Kayıt dışı atölyesinde vaat ettiği üç-beş kuruşu da ödemeyen bir işveren, sosyal güvencesi olmadığı için kapısından içeri almayan hastaneler ve büyüme politikalarının vahşiliğinden zarar gören emekçilere lütfedip aylık bağlamayı daha yeni yasalaştıran hükümet üçgeninde sıkışıp kalmışlardı. Bu kenara atılmışlık yetmezmiş gibi, bir de Mehmet Amca, oğlunu o işe zorla yollamanın vicdan azabını yaşıyordu. Durumun getirdiği tükenmişliği, sonuna kadar oynuyordu Tanülkü. Zaten sonunda da artık hiçbir inşa etmeye yetmeyecek gücünü, son bir şans uğruna, hayatına son vermek için kullanıyordu.

Oyuncular için çok moda bir tabirdir, örneğin bir kasabı oynayacaksa, hemen bu rol için kasapta şu kadar zaman çalışıldığı beyan edilir. Tanülkü’nün şu kısacık zamanda, yutkunmanızı engelleyecek performansı sergilemesi için kimsenin yanında çalışmasına gerek yok. Çünkü o, 1981 yılında hapse girdiğinden beri hep o insanların, toplumun dışına itilmişlerin arasında… Macerası cezaevinde oynadığı tek kişilik oyunların çok sevilmesiyle başlıyor. Mahkumlara tiyatroyu ve oyunculuğu öğretiyor. Daha sonra yetimhanede ve körler okullarında da devam ettiriyor bu çalışmalarını. Hapiste eğittiği insanlar, festivallere davet aldılar, gişede pek başarı yakalayamayan “Bayrampaşa: Ben Fazla Kalmayacağım” adlı filmde oynadılar ve hatta 15’i şu anda profesyonel olarak tiyatroyla ilgileniyor. Uzun lafın kısası, ziyadesiyle yakından tanıyor, kenara itilmişliği, sıkışmışlığı ve çaresizliği… Samimiyeti ve başarısı da buradan geliyor.

Aldığı diploma dolayısıyla edindiği payeyi, herkesin gözüne sokarcasına üzerinde taşıyanlardan değil. Bunu toplumun “marjinaller”ine temas etmek için bir aracı olarak kullanıyor. Kendine üste değil, onların arasına konumlandırıyor. Hiçbir mesleğe içkin olmayan kutsallık, onun tiyatro anlayışında kristalleniyor. Maalesef ki, bütün bunları yapmak için, bazen sistemin onu zorladığı çarkların (garip dizilerin) içine girip sanatını hizmete sunmak zorunda kalıyor.

Artık pek yan yana olmasa da birlikte yaşadığımız ve her gün medya aracılığıyla marjinalleştirilen ezilenlere temas edebilen ve onlar hakkında kelam edebilen ruhtan geriye pek bir şey kalmadı.  Solun toplumda yankı bulamamasından şikâyet edip duran rakı şişesi balıkları olan bizler, meyhane dışındaki hayata dokunabilmeyi Turgay Tanülkü’nün kişisel macerasında bulabiliriz aslında. Sanatını bunun aracısı yapmış bir sahne emekçisine daha hayattayken ceketimi ilikleyip saygı duruşunda bulunmayı kendime bir ödev sayarım.

Turgay Abi candır…

Emre Can Dağlıoğlu

Hiç yorum yok: