21 Mart 2011 Pazartesi

Halı Sahadaki Ölü (I)

Büromdaki telefon bu sefer her zamankinden farklı olarak,  daha ısrarlı çalıyordu.  Genelde ilk çalan telefonu asla açmam, bir iki kez daha ısrarlı çalmaya devam ederse açabilirim; galiba bu mesleki bir   hastalık.  Bugünkü telefona da aynı muameleyi uyguladım, telefonu, bir iki kez ısrarlı şekilde çalınca açtım.  Bu kadar ısrarlı arayan yardımcım Hayri'ydi. “Efendim Hayri, ne oldu ?” dedim.  Hayri benim sakin ses tonumun aksine  son derece hararetli bir şekilde, “Komiserim, …’daki halı sahada cinayet işlenmiş” diyerek bütün günümün içine sıçtı. Oysa ben bugünü peynirli poğaça ve çay içerek geçirmek istiyordum, lanet olsun! Bir an dinleneyim dedim, hemen bir cinayet işlendi. Bu şehrin adam olması için illa ben mi lazımım canım? Hayri'nin cinayet mahalline bensiz gitmesi beni kızdırmıştı, başladım Hayri'yi fırçalamaya:

- Ulan Hayri! Benim yerimde gözün mü var? Neden bana haber verilmiyor? Gizli gizli cinayet peşinde koşuyorsun. Yakarım seni! Trafik polisi yaparım haddini bil!

- Komiserim, haberi sabaha karşı beş gibi aldık, hemen sizi aradım fakat telefonunuz kapalıydı, sizi uyandırmaya kıyamadım, doğal olarak.

- Ulan Hayri böyle bahane olur mu hiç, salak mısın sen? Neyse adresi ver de geleyim.

Genelde hep böyle olur. Tuvalette, büyük bir derbi maçında veya sevişirken kısacası kendinize ayırdığınız zamanlar,  biri kanlı cinayetlere kurban gider. Ben, o izlediğiniz ve fazla abartılı bulduğunuz Amerikan filmlerini birebir yaşıyorum yaklaşık 15 senedir. O filmlerden tek farkım, uzun sarı pardösümün olmaması. Meslekte ilk yıllarımda denemiştim o tip pardösüleri; fakat sonradan çok rahatsız geldiler. Bende eski tip deri ceket, kot veya kumaş pantolon olayına döndüm. Vallahi çok eski moda fakat rahat.

Her neyse atladım arabama. Ha bu arada, arabam eski tip Amerikan arabalarından değil, ben sizin bildiğiniz cinayet masası dedektiflerine hiç benzemiyorum. Onlarla tek ortak yanım, ben size bunları anlatırken fonda çalan saksafonlu klasik caz müzik. Bütün o klişelerden vazgeçtim, bir tek bundan vazgeçemedim. Arabam da Renault Megane Diesel. Elimde artık bitmesi farz olan peynirli poğaçam ve  açık radyom, cinayet mahaline geldim. Hayri korkarak yaklaşıyordu bana. Hiç istifimi bozmadan:

- Anlatın bakalım başkomiser Hayri Bey!

- Estağfurullah komiserim, ne başkomiserliği siz varken burada? Cinayet şöyle olmuş efendim: Katil, maktulün boğazına sokmuş bıçağı, sokmuş bıçağı… Herifin boğazı delik deşik…

Hayri'yi susturdum, midem bulanmıştı. Az önce yediğim peynirli poğaçanın tadı kaçmış, yine kan tadı gelmişti. Hemen görgü tanıklarını çağırttırdım, Hayri koşarak görgü tanığını getirmeye gitti. Ben etrafa bakıyordum, cinayet halı sahanın soyunma odasında olmuştu. Cinayete kurban giden zat, dün halı sahada mücadele eden bir takımın oyuncusu… Ama neden öldürülmüştü? Dur bakalım işler yaver giderse akşama kadar cinayeti çözer, akşam yemeğini sevgili karımın yapacağı yemekleri yiyerek geçirirdim. Evet, bir klişe daha yıkıldı. Bir kere yalnız değildim, sonra karım ve çocuklarım cinayete kurban gitmemişlerdi, yalnızlıktan kafayı iyice sıyırıp genelde Rum kadınların işlettiği meyhanelere uğramıyorum. Mutluyum, evliyim, çocukluyum; ayrıca ölümcül bir düşmanım yok olsa bile ağzını yüzünü kırarım onun. Kısa bir süre sonra, Hayri, yanında görgü tanığıyla geldi. Görgü tanığı dediğim de salağın önde gideni… Neyi görecek de tanıklık edecek? Şunun tipine bak, mal! “Adın ne delikanlı?” dedim.  “Adım Görevli” dedi salak halı saha görevlisi. “Lan, sen benimle alay mı geçiyorsun? (Evet, Türkçe hatası yaptım. Sinirlendiğim zaman genelde güzel Türkçemizi bozarım) Söyle adını hemen! 11 saat içinde çözmem gereken bir cinayet var” diye çıkıştım.  “Abi vallahi adım Görevli” diye ısrarla cevap veriyordu. Bu salağa daha fazla katlanamayacaktım, hemen konuya girdim:

- Cinayet hakkında bildiklerini anlat!

- Şimdi komiserim cinayet saatinde, dün burada oynanan maçı izliyordum. Maç bitti, topu falan topladım depoya geçtim. Topu falan oraya koydum sonra topları saydım hepsi tam mı diye. Sonra yarın gelecek topların dökümünü yaptım sonra top…

- Yahu ne salak adamsın! Bırak şu topu. Bir iz, ne bileyim bir ses, herhangi bir şey duymadın mı?

- Kusura bakma abi, ilk defa bir cinayet soruşturması yapılıyor bana. Heyecanlandım bir anda. Vallahi aslında bir ses duydum, dün buraya maç yapmaya gelenler, bu halı sahanın gediklileri. Her hafta sonu gelip burada büyük iddialara maç yaparlar, baklava, bira, zaman zaman da Rus'una… Birkaç kez beni de davet ettiler, sağ olsunlar. Sonra şimdi ben topları topluyordum, soyunma odasından “YENDİK, ŞİŞİRDİK, DOLMA YAPTIK, YEDİRDİK” diye bağırılıyordu. Sonra ses kesildi. Ben depodan çıktım, maçı yapanlar da çıktılar. Ben etrafı toplayayım, hem de soyunma odasını temizleyeyim diye arkalarından girdim. Bir baktım ki, içeride bir ölü var. Birkaç kez daha ölü olup olmadığını kontrol etmek istedim ama ölünün nasıl ölü olduğunu bulamamıştım. Ben en iyisi hem ambulans hem de polis çağırıyım dedim.

Gerçekten de salak bu herif! Salaklığa ve salaklar tarafından kurulan hiçbir cümleye tahammülüm olmadığı için lafını memnuniyetle kestim: "Bana bak delikanlı! Şimdi bana bu takımların oyuncularının isimlerini, senden başka bu halı sahaya bakan varsa onların  ve buradaki herkesin adlarını güzelce listelenmiş bir şekilde istiyorum. Hem de en kısa zamanda! Bu da tahminimce yarım saat-bir saat arası olabilir.” Görevli, Allah'ın ona verdiği zekayla bana baktı ve kendisinden hiçbir şekilde beklenmeyecek şekilde yüksek zekalı bir cümle kurdu: "Tabii ki efendim, takım oyuncuların listesini çıkartmak biraz zaman alır; fakat bu halı sahaya bakan sadece ben olduğum için beni istediğiniz zaman sorguya çekebilirsiniz." Görevli’yle olan sohbetimi bitirip Hayri'nin yanına döndüm. Hayri  ipucu aramayıp cinayet masasının genç ve sevişebilirliği yüksek stajyerlere asılmakla meşgüldü. Hem de o rezalet fiziğine bakmadan… Dilerseniz konudan uzaklaşıp Hayri'nin rezalet vücudunu bir inceleyelim hep beraber:

Adı: Hayri
Soyadı: Şen
Boy:1. 75
Kilo:90
Medeni Hali: İleri derecede abazan
Saçlar ufaktan açılmaya başlamış, ileriki yıllarda kesin ve kesin saç ekim olaylarına girecek. Rezalet bir seçim olarak, kirli sakal… Ulan, patates suratlı ve vücutlusun, ne özenirsin Hollywood starlarına avanak?

- Hayri, ipuçlarından ne haber? Var mı bir şeyler?

- Komiserim, araştırmaya devam ediyoruz. Yakın zamanda çözüme kavuştururum.

- Ne o lan? Kulüp başkanları gibi konuşmaya başladın. Cinayeti çözmem için kalan süre sadece 10 saat. Ve sen beş dakika içinde, bana hemen bir ipucu bulacaksın. Ben de bu süre zarfı içerisinde çay içip poğaçamı yemek istiyorum. Ne de olsa, sen uzun saatlerdir buradasın Hayri. Bulursun bir şeyler!

Hayri'ye bu kadar çok çıkışmam, bende bir suçluluk duygusu yaratsa da, ona böyle bir çıkış lazımdı. Kendine gelmeliydi. Her şeyden önce ben karnımı doyurmalıydım. Hayri, hiç bir zaman bulamayacağı ipuçlarının peşine düşmüşken, ben de bu cinayet üzerine biraz daha yoğunlaşmalıydım. Arabada otururken fonda çalan saksafonlu klasik caz müziğin sesi biraz daha açılmıştı, bu durum benim duruma daha da konsantre olmamı sağlıyordu. Poğaçamdan bir parça ısırdım, ince belli çayımdan ufak bir yudum aldım ve Görevli’nin dediklerini aklımda dolaştırmaya başlamıştım. Ne demişti salak görevli?

1. Birbirlerine rakip iki takım her hafta sonu maç yapıyorlar
2. “Yendik, şişirdik, dolma yaptık, yedirdik”
3. Öldürülen oyuncu kazanan takımda

Bu üç şeyi bir ayara gelince ne çıkıyor, bir bakalım. Maçı kaybetmeyi kaldıramayan bir oyuncu rakip oyuncuyu doğraması ya da kazanan takımda daha fazla ön plana çıkmaya çalışan bir oyuncunun, takım arkadaşını doğraması… En iyisi Görevli’nin getireceği oyuncu listesini beklemekti. Ben, bu bütün karmaşayı çözmeye çalışırken, çayımın ve poğaçamın keyfine de varmaya çalışıyordum ki; cebimden çıkardığım kısa kırmızı Marlboromu içmeye dışarı çıktım. Sigaramı yakar yakmaz, Görevli yanıma geldi, elinde de kâğıtlar: “Komiserim, komiserim istediğiniz oyuncular listesini getirdim.“ Listeyi “Aferin Görevli, ver bakalım şu futbolcu isimlerini” diyerek elinden aldım. Listeye baktım, elimde tam 12 kişilik cinayet zanlısı listesi vardı. İlk sorgulanacakları hemen bulmuştum; takım kaptanları Gökmen ve Ziya. Görevli’ye döndüm, bu iki kaptanın adreslerini aldım. Hayri sapığını telefonla aradım ve ipucu aramayı bırakıp hemen gelmesini emrettim. Atladık arabamıza, saatime baktım kalan süre 9 saatti. Daha hızlanmalıydık ama karnım guruldamaya başlamıştı, şöyle güzel bir İskender kebabı yesek fena mı olurdu yani? Yok, hayır tutmalıydım; gerekirse kraker yemeliydim ama yine de akşam yemeğinde evimde olmalıydım. Ve bu zaafımı da Hayri'ye çaktırmamalıydım. Yolumuzu Susam Sokağı’na doğru çevirmiştik. Susam Sokağı’nda kırtasiyeci Gökmen'in dükkânına doğru yol alıyorduk. Fonda çalan müziğin sesini kıstım ve arabayı dükkânın önüne park ettik, indik. Gökmen dünkü maçın kaybedeniydi ve potansiyel suçluydu. Onu, sorularımla iyi sıkıştırmalıydım ama bir yanda aşırı derecede sigara içme arzum, diğer yanda acıkmış olmam beni çok zorluyordu.  Ne yapacaktım? İşime konsantre olmalıydım, kendime gelmeliydim.

Gökmen'in kırtasiye dükkanına olabildiğimce havalı girmeye çalıştım,  mekanın içine girene kadar çıkarmadığım güneş gözlüklerim, hemen mekana girerken attığım sigaram  içeride tek kişi olmasına rağmen ve Gökmen'in de içeride oturan kişi olduğunu bildiğim halde “Buranın sahibi kim?” dedim. Ben bunları yaparken ortağım Hayri ne yapıyordu? Durun, hiç kendinizi yormayın, ben söyleyeyim. Kocaman bir hiç... Zaten, tövbe estağfurullah, Allah tarafından karizma noksanlığı ile dünyaya yollanmış olan Hayri, cinayet masası dedektifi değil de adres sormaya gelen biri gibi gözüküyordu. Gökmen, benim havalı bir şekilde dükkânına girmeme falan aldırmadı. Gayet rahat bir şekilde ”Buyrun, buranın sahibi benim“ dedi. İlk izlenim açısından noksandım, bunu hemen telafi etmem lazımdı. Son hamleme yani rozetime başvurdum: “Ben cinayet masası dedektiflerinden Şükrü Kılıç… Bu da yardımcım Hayri… Buraya dün işlenen cinayet için geldik.”

Bu lafımın ardından Gökmen bir an için kendine geldi ayağa kalktı. Suçluluk psikolojisi… Bunu hemen kafana not et, Şükrü. Telaşlı telaşlı “Buyrun abi, ne içersiniz? Vallahi Rıza kardeşimi ben çok severdim, eski arkadaşımdı.“ dedi. Ahmet Çakar mantığıyla hareket etmem lazımdı, üst üste sorular sormalıydım.  Gerekirse “Raul adam madam değil” bile deyip bu futbol sevdalısı, potansiyel katili ortaya çıkartmalıydım. Hadi davran Şükrü:

- Rıza neden öldürülmüş olabilir?

- Vallahi abi, Rıza kardeşim, çok cana yakın sevecen bir arkadaştı. Öyle kavga mavga meraklısı değildi. Nasıl oldu ben de anlamadım. Maçtan sonra… Biraz da şansızlıkla maçı onlara verdik.  Hal böyle olunca sinirler gerildi, karşılıklı atışmalar oldu duşta. Sonra ben, affedersiniz, suyu çok severim.  Birkaç saat kaldım suyun altında. İçeriden boğuk boğuk “Yendik, şişirdik, dolma yaptık, yedirdik” diye sesler geldi ama suyun da verdiği gürültüyle başka hiçbir  şey duymadım. Ben dışarıya çıktım, baktım Rıza yerde kanlar içinde yatıyor. Bir üzüldüm, bir üzüldüm anlatamam.

Hayri vurdumduymaz bir tavırla lafa atlar:

- Kaç, kaç yenildiniz?

- 10-4

- Hayri, sırası mı? Ne yapacaksın skoru? Adamlar şansızlıkla yenilmişler baksana. Yalnız 10’a 4 de feci hezimet olmuş.

- Evet, ama rövanşta kevgire çevireceğiz bu adamları. Görürsün.

- Sence kim öldürmüş olabilir Rıza'yı?

- Bence kesin Ziya öldürmüştür.

- Neden Ziya öldürmüş olabilir?

- Nedeni basit abi… Ziya'nın kaptanlığı tehlikede, mahallede herkes Rıza'nın kaptan  olmasını istiyor. Ziya kıskançlıktan öldürmüş olabilir. Ayrıca aramızda kalsın, Rıza'nın, Ziya'nın eşiyle ilişkisi var diye duyduk, günahları boyunlarına.

- Hepsini not et Hayri


- Abi, son kısım kalsaydı. Ne de olsa dedikodu…

- Dedikodular, bizim meslekte büyük ipuçları olabiliyor. Et sen et…

Devamı için tıklayınız.


Can Öktemer

Hiç yorum yok: