25 Aralık 2014 Perşembe

CinsoMedya: ‘Cinsiyetçilik, çıkar etrafında üretilen bir önyargı aracı’



Türkiye medyasının cinsiyetçilik hususunda feci durumda olduğunu bilinen bir gerçek. Bu bağlamda, geçtiğimiz yıl medyanın bu hallerini ifşa etmek üzere yola çıkan bir site girdi hayatımıza: CinsoMedya. CinsoMedya, gerek sosyal medya, gerekse de diğer mecralardaki yer alan cinsiyetçi, ayrımcı dile sahip haberleri, yazıları ortaya çıkarmaya, eleştirmeye çalışıyor. Kadına yönelik şiddet ve tacizin korkutucu boyutlara ulaştığı, televizyonda büyük bir “gururla”, “Erkek gibi ye, erkek gibi yaşa” sloganına sahip reklamların döndüğü, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilen “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, fıtratına aykırı” sözünün vahameti ortadayken, CinsoMedya’nın çok önemli bir iş yaptığını söylebiliriz. CinsoMedya’nın editörleri Aspurçe Kılınç, Elçin Poyraz, Alper Ard ve Levent Özyıldırım’la medyanın cinsiyetçi söylemini, sosyal medyanın durumunu ve bu cinsiyetçi dile karşı geliştirilebilecek panzehirler hakkında konuştuk.
- CinsoMedya’yı ne zaman kurdunuz? Bize biraz sitenizin içeriğinden ve kendinizden bahsedebilir misiniz?
CinsoMedya’yı blogspot üzerinde 2013 Mart ayında başlattık. Siteye geçişimiz ise Haziran ayının sonlarında oldu. Sitemiz medyanın çoğaltıp yaygınlaştırdığı cinsiyetçilik ile mücadele etmek üzere 4 arkadaşın birlikte yürüttüğü bir proje. Anaakım medyanın cinsiyetçi pratikleriyle mücadele ediyoruz. Tabii bu esnada sosyal medyaya da değinmek durumunda kalıyoruz.
Bize gelirsek, belli başlı sorunları kendine dert edinen bir ekibiz. Küreselbak, KEG, Dur-De gibi organizasyonlarda gönüllü olarak çalışırken tanıştık; medyanın cinsiyetçi söylemi üzerine tartışırken, neden bununla uğraşmıyoruz dedik ve CinsoMedya’yı kurduk. Sitede bazen kısa haberler, bazen de uzun yorum yazıları yer alıyor. Ortak noktaları, ilk bakışta gözden kaçabilecek kadar banal cinsiyetçi olsun veya açık ve vahim olaylar olsun, her türlü cinsiyetçi malzemeyi deşifre etmek, neden cinsiyetçi olduğunu dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışmak.
- CinsoMedya olarak hangi haber sitelerini ve medya organlarını takip etmeye çalışıyorsunuz?
Elimizden geldiğince her şeyi takip etmeye çalışıyoruz. Fakat dikkatimiz daha çok anaakım medya üzerinde, çünkü etki alanları geniş. Bu arada her şeyi yakalayamıyoruz tabii ki, bu yüzden de okuyucularımızdan gözden kaçırdıklarımız konusunda yardım istiyoruz. Sitemizde “siz de deşifre edin” bölümü var.
- Dünyada sizin sitenize benzer, siteler de var mı?
Özellikle Batı dünyasında hem gündelik hayattaki ayrımcılıkları hem de medya dünyasındakileri takip eden sayıca çok site var, bazıları blog düzeyinde, bazıları daha kamusal projeler olarak öne çıkıyorlar. Bir hak mücadelesi, ne kadar güçlü ve eskiyse, onun toplumdaki yansımaları da o kadar büyük oluyor galiba. Bizim ilgiyle takip ettiklerimizden birisi, medya ile alakası olmasa da, everydaysexismproject.com, kadınlar başlarından geçen tacizleri ve ayrımcılıkları yazıyorlar, site kadınların birincil deneyimleri üzerinden oluşmuş bir katalog işlevi görüyor. Buradaki hikâyeleri, medyada yer alan taciz/tecavüz haberleri ile karşılaştırırsanız şayet, yaşanılan ile medyanın haberleştirmesi arasında nasıl bir uçurum olduğu netleşecektir. Medya kadının/mağdurun gözünden değil, erkeğin/güçlünün gözünden anlatmayı tercih ediyor.
- CinsoMedya olarak, medya taraması yaparak, medyadaki cinsiyetçi söylemi eleştiriyorsunuz. Türkiye’de medyanın cinsiyetçi söylemi hakkında bu güne kadar ne gibi durumlar gözlemlediniz? Bu bağlamda Türkiye medyasının durumunun vahim bir halde olduğunu söyleyebilir miyiz?
Geçmişi düşünürsek biraz iyileşme var elbette; fakat bu, kesinlikle medyada patronlarının değil, kadınların bizzat kendi mücadelelerinin sonucu. Ama kesinlikle daha kat edilecek çok yol var. Medyanın cinsiyetçi söylemini, toplumdaki eşitsizlikten ayrı düşünemezsiniz, toplumsal sorun aşıldıkça diğeri ile mücadele etmek de kolaylaşır. Toplumsal olarak kadın eşitsizliğinde, aşağıdan yukarıya, gündelik hayattan siyasete kadar her alanda oldukça sorunluyuz, cinsiyetçi medya da işte bununla besleniyor. En iddialı haber programlarında dahi bunun izlerine rastlayabiliyoruz.
Bizim gözlemimiz, bütün bunların ardında aslında sınıfsal bir problem olduğu. Medyanın dili, mevcut toplumsal sorunlardan bağımsız değil derken, anaakım medyanın kendisi de hâkim (cinsiyetçi-ayrımcı) fikirlerin etrafında oluşuyor demek istiyoruz. Çalışanların hayat kaygılarından, patronların aynı zamanda büyük şirket sahibi olmasına kadar, egemen fikirlerle iç içe bu medya.
Herkesin kendine göre neyin gösterilmesi gerektiği konusunda bir çerçevesi olabilir, ama temel insan haklarını gözeten, dışlananların da sesini duyurabileceği objektif bir medya yayını, minimum düzeyde yapılması gereken olmalı. Türkiye’de bunun böyle olmamasını bir kenara bırakın, tam tersine cinsiyetçilik, ırkçılık, ayrımcılık tekrar ve tekrar dolaşıma sokuluyor. Türkiye toplumu, ırkçılığı ile veya cinsiyet ayrımcılığı ile bir bütün olarak yüzleşmediği sürece, medyanın bu vahim hali devam edecek. Çünkü görmek istemesek de aslında hepimiz vahim bir durumdayız. 
Eylül ayında iCloud hesabı hacklenerek özel fotoğrafları internette yayınlanan oyuncu Jennifer Lawrence
- Türkiye’de medyada cinsiyetçi söylemin, uzun bir süredir varlığını korumakta. Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla beraber bu durumun daha da arttığını görüyoruz. Siz bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Bu aslında bütün dünyada da mevcut bir sorun. Cinsomedya’da, Jada Pozu ve Jennifer Lawrence (icloud hacklenmesi) olayı hakkında yazılarımız var, o yazılarda dünyadaki durumu ele aldık. Bu olaylarda basit internet trollerinden, Reddit gibi popüler web sitelerine veya falanca medyasında köşe yazarlığı yapanlara kadar birçok kişinin ve kurumun maskelerinin düştüğü görülüyor. Tecavüzün bile alay konusu olabildiği, kimseye saygı duyulmayan, sinik bir süreç bu. İnternet tacizi kolaylaştırıyor, avatarın ardına gizlenip bir kadını tecavüz ile cezalandırmaktan bahsedebiliyorlar. Üstelik bu vakalar, zararsız veya olağan görülebiliyor, gerçek hayat değilmiş gibi, sanki o olaylarda kadınlar zarar görmüyormuş gibi. Günümüzde az çok, taciz, tecavüz, hakaret, nefret suçu gibi konular yasalarla güvence altına alınmış durumda ama birincisi, bazı durumlarda yasalar internet için işletilemeyebiliyor; ikincisi, bu yasalar toplumdaki yapısal eşitsizliği gidermede ne kadar başarılı oldu noktasında şüphe sahibiyiz. Toplumsal eşitsizlik, mizojini, anti-feminizm, fırsatını bulduğu ilk anda su yüzüne çıkıyor.
Yakın zamanda Gamersgate olayı patladı örneğin, bir kadın video geliştiricisi, ayrıldığı eski sevgilisi tarafından, adamı video oyunları eleştirmeni bir kişiyle aldatmakla suçlandı. Bunun üzerine, başta sosyal medya olmak üzere, kadına ve ona destek olan feministlere yönelik muazzam bir taciz vakası yaşandı. Bazı mağdurlar, evlerini değiştirmek zorunda kaldılar. Bir kadının, erkek egemen bir işte, kendi yetenekleriyle başarılı olabileceği fikrine yönelik bir öfke patlamasıydı bu, kendine internette mecra buldu ama bizzat hayatın içinden doğmuştu.
Kısacası sosyal medyada olan biteni zaten var olan durumdan ayrı düşünmek olanaksız. İnternet ve sosyal medya hayatı kolaylaştırıyor, iletişimi hızlandırıyor ama tacizi ve cinsiyetçiliği de kolaylaştırıyor, ne yazık ki. Ama bu durum böyle devam edemez elbette, durumdan rahatsız olanlar zamanla bunu alt etmenin yollarını da keşfedecekler.
- Sosyal medya haberciliğinde dikkat çeken unsurlardan biri de; sansasyonel başlıklarla, okuyucuyu içeriği bambaşka haberlere yönlendirip, tık alma üzerinden para kazanma haberciliği. Özellikle kadın bedeni üzerinden üretilen bu haberler için ne demek istersiniz?
Dünyada buna bir isim kondu bile: click-bait; sansasyonel başlıkları rating için yem olarak kullanma fırsatçılığı. Biz de Ümit Kıvanç ve arkadaşlarının başlattığı #habericinikikeretiklama kampanyasına destek verdik, halen veriyoruz. Tabii, bunun mücadelesini daha geniş bir platform olarak vermemiz gerekiyor. Ve elbette bizim zaten hareket noktamız habercilik adına kadın bedeninin, bedenin asıl sahibi olan kadınlardan izin alınmadan reklam malzemesi yapılması. Habermiş gibi sunulması.
- Yine sosyal medyada gördüğümüz şekilde, yoğun fotoğraf kullanımı sebebiyle, haberler artık okunan değil, bakılan hale geldi. Sizce, haberleri bu şekilde sunan editörler kadar, okuyucunun da suç ortağı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Okuyucunun suç ortağı olduğuna dair savunmalar yeni değil. Yakından baktığınızda bu tür argümanların çoğunlukla etik dışı yayın yapmakla eleştirilen medya organlarından geldiğini görürsünüz. “Bu tür şeyleri haber olarak sunuyoruz. İçeriğini etik dışı, cinsiyetçi veya nefret söylemine yakın bulabilirsiniz. Ama okuyucu bunu istiyor, halk bunu istiyor.” Hepimizin duymaya alışık olduğu bir akıl yürütme. Ama yanıltıcı. Nedense “halk bunu istiyor” medyasını, asla halkın istediği diğer şeyleri dile getirirken görmezsiniz. Halk, haftalık çalışma saatinin azaltılmasını, yıllık yasal izin günlerinin artırılmasını, kredi kartı borçlarının silinmesi, ücretsiz ve ulaşılabilir kreş hakkına erişim, ücretsiz sağlık hizmeti, konforlu ulaşım, devlet güvenceli konut hakkı, tehlikesiz işyerlerinde çalışma hakkı, askere gitmeme hakkı, savaş değil barış gibi şeyleri de istiyor mesela. Fakat bunları nedense aynı anaakım medya fazla haber değeri taşır görmüyor. Medya, bırakın tekrar tekrar önümüze getirmeyi, bilakis bu tür talepleri gizlemeyi seçiyor. Demek ki bu, “okuyucu bunu istiyor” savunması pek masum değil. Bu savunma esasında şu ya da bu okur talebi arasında bilinçli yapılan editöryel bir tercihi gizliyor.
Okuyucuların şu ya da bu etik dışı yayın için suç ortağı olarak görülmesi, genelde sadece bu yayınları yapan medyanın sorumluluğu kendi üzerinden atmasına yarıyor ve kendine çekidüzen vermesi konusunda aşağıdan gelen basıncı savuşturabilmesini kolaylaştırıyor.
Biz, hiçbir insanın doğuştan cinsiyetçi olduğuna inanmıyoruz. Okurlar da keza, büyük çoğunluğu cinsiyetçi olabilse de, cinsiyetçiliği “yaratan” kişiler değiller.
- Cinsiyetçi söylemin, sadece internet siteleri ve yazılı basında yer almadığını, reklam ve televizyonda da yoğun biçimde üretildiğini görüyoruz. Sizce cinsiyetçi söylem konusunda televizyon ne durumda?
Felaket durumda. Bizler artık belirli bir taraftan baktığımız için televizyonda neyin cinsiyetçi olduğunu fark edebiliyoruz. Gözümüze batıyor, içimize sinmiyor. Örneğin Game of Thrones, Spartacus gibi fenomen diziler, sabah kuşağı programları, evliliğin kutsallaştırılmasının yanında kadın katillerinin bu programlara talip olarak çıkartılması ve bitmek bilmez uzunluktaki yerli diziler, buradaki şiddet üzerine kurulu kadın erkek ilişkileri... Futbol programlarına değinmeye gerek bile yok herhalde. İzlendiği ölçüde içindeki cinsiyetçiliği gördüğümüz gün, bunu yapmayı bıraktığımız gün olsun diyoruz. Oyuncular, yönetmenler ve senaristler, TV programcıları, kanal müdürleri… Medyanın bütün özneleri birlikte cinsiyetçi içeriklere karşı durmalılar ama belki de önce kendilerinden başlamaları gerekiyor.
- Medyanın ürettiği, cinsiyetçi söylemin hayatımızın tamamına sirayet etmiş görünüyor. Bu söylemi değiştirmek için neler yapılmalı sizce?
Aktif mücadele yürütmeliyiz. Medyanın öznelerinin yanında olduğumuzu onlara hissettirmeliyiz. Hep birlikte mücadele edilecek daha kapsamlı bir platform oluşturabilmeli. Bunu yapana kadar biz elimizden geldiğince cinsiyetçi medya ifadelerini ifşa edeceğiz. Ama bunun için küçük bir ekip olduğumuzu hatırlatıyoruz. Lütfen gördüğünüz herhangi bir cinsiyetçi haber ya da programla ilgili görüşlerinizi bize mail atın. Okurlarımızla birlikte büyüyerek medya patronlarının karşısında medya çalışanlarının yanında yer almalı, onları cinsiyetçi içeriklere karşı durabilmeleri konusunda yüreklendirmeliyiz.
Zaten günün sonunda anahtar medya çalışanlarında, basın çalışanlarında. Onların patronlarına karşı verdikleri toplu mücadelede. Medya çalışanları eğer cinsiyetçi bir haberi yayınlamamayı tercih ederse ortada bu cinsiyetçi haberle muhatap olacak okur da olmayacaktır. Medya çalışanlarının kendi kolektif güçlerine güvenmeleri çok önemli. Editörlerine, patronlarına karşı “Bu haberde kullanılan görsel, bu haberin başlığı cinsiyetçidir. Biz bunun parçası olmayacağız, yayınlamıyoruz.” dedikleri anda bu işin yarıdan fazlasını aşmış oluyoruz zaten.
Basın çalışanlarının bu tür kolektif mücadelelerine en yakın şeyi Gezi’de yaşadık aslında. Penguen medyası Gezi’deki hareketi görmediğinde bu medyanın çalışanları hem kendileri hem de aile üyelerinin maruz kaldığı devlet şiddetinin görmezden gelinmesine çok öfkelendiler. Örneğin NTV binasının önüne sadece bir öğle yemeği vakti iki bin beyaz yakalı protestocu birikti. NTV daha sonra bu protestocuları haber yapmak zorunda kaldı. Dışarıdaki protestocuların kararlılığı içerideki medya çalışanlarına güç verdi. Eğer çalışanları içeriden bir baskı oluşturmuş olmasalardı asla haber yapmayacaktı. Öyle ki NTV’nin sahibi Doğuş Yayın Grubu’nun CEO’su Cem Aydın üç yüz çalışanını toplayıp onlardan yayın politikalarından dolayı özür dilemek zorunda kaldı. Belli ki çalışanlarının grevin eşiğine geldiğini hissettiler. Yoksa hayatta hiçbir medya patronu böyle bir özre yanaşmaz. Politikacılardan özür dilerler, şirketlerden özür dilerler ama çalışanlarından dilemezler. Biz şahsen Türkiye’nin yakın tarihinde buna benzer başka bir olay bilmiyoruz. Cinsiyetçilikle mücadele konusunda da medya çalışanlarının işte bu kolektif potansiyeline güvenmek ve umut dolu olmak için her nedenimiz var.
Can Öktemer

Hiç yorum yok: