30 Mayıs 2015 Cumartesi

Nicholas Koumjian: ‘İnkâr, sadece mağdurları yaralamaz, failleri de ahlaken küçültür’



Los Angeles’ta 20 yıl savcılık yaptıktan sonra, insanlığa karşı işlenen suçlar üzerine çalışmaya başlayan Nicholas Koumjian, şu anda Birleşmiş Milletler ve Kamboçya hükümetinin özel anlaşması sonucu 1975-1979 yıllarında Kızıl Kmerler rejiminin işlediği soykırım, savaş ve insanlığa karşı suçları yargılamak için kurulan Kamboçya Özel Yetkili Mahkemesi’nin savcılarından. Daha önce Eski Yugoslavya, Doğu Timor, Bosna Hersek ve Kolombiya’da benzer davalarda bulunan Koumjian, en son Liberya Devlet Başkanı Charles Taylor’ın yargılandığı davanın savcılığı yaptı. Koumjian’la Kamboçya’daki süreci, insanlığa karşı suçlara dair işleyen yasal mekanizmaları ve geçmişle yüzleşmeyi konuştuk.
Nicholas Koumjian (Kaynak: phnompenhpost.com)
- Bildiğim kadarıyla siz Los Angeles’ta avukat olarak göre yaptıktan sonra uluslararası hukuk alanında insan hakları ihlalleri üzerine çalışmaya başlıyorsunuz. Kariyerinizde neden böyle bir değişiklik yaptınız?
Bu işi, çok ilgi çekici ve tatminkâr buluyorum. Çoğu zaman beyhude bir çaba olsa da, önemli olduğunu düşünüyorum. Yaşanan uluslararası insan hakları ihlali vakalarının muhteviyatını anlamak için tarihini ve çatışmanın karmaşasını öğrenmek ve o kültüre ve kurumlarına dair bir anlayış kazanmak zorundasınız. Bu çatışmalardan dolayı acı çekmiş, fakat yine de tanıklık etmek ve tecrübelerini nakletmek isteyen çok cesur insanlar tanıdım ve onların verdiği ilhamla bu işi yapıyorum.
- İnsanlığa karşı işlenen suçlar konuşulduğunda, genellikle Raphael Lemkin’in ‘soykırım’ tanımına referans verilir. Peki, uluslararası hukuk çerçevesinde, bu tanımda bir değişiklik meydana geldi mi?
Uluslararası ceza hukukundaki ‘soykırım’ tanımı, Raphael Lemkin’in bitmez tükenmez çabası sayesinde 1948’de, BM Genel Kurulu’nda onaylanan Soykırım Suçunu Engelleme ve Cezalandırma Sözleşmesi’nden neredeyse kelimesi kelimesine alınmıştır. Eski Yugoslavya ve Ruanda Davaları’ndan bu yana, bu sözleşmedeki tanımların yorumuyla ilgili birçok ilmi içtihat oluştu, fakat esası aynı kaldı. Soykırım suçu, ulusal, etnik, ırksal veya dini grubun bir bölümünü veya tamamını yok etme iradesiyle öldürme veya doğumların engellenmesi gibi belirli eylemler gerçekleştirmeyi içerir. Örneğin Eski Yugoslavya Davası gösterdi ki, bu tür vakalarda, “bir bölümü”nden kasıt sadece bir coğrafi bölgede yaşayanlar olabilir. Tıpkı bir Bosna kasabası olan Srebrenitsa’da yaşananlar gibi… Yani bir eyleme soykırım demek için, faillerin tüm dünyadaki bütün Müslüman Bosnalıları öldürmek niyetinde olmasına gerek yok.
- Büyük insan hakları ihlallerinin davaya konu olması, bir anlamda geçmişte yüzleşme sürecinin bir parçası. Sizce bu yüzleşme süreci nasıl başlıyor?
Kesinlikle bu davalar, geçmişle yüzleşmenin bir parçası. 13 yıldır yaptığım işin en büyük parçası, büyük insan hakları ihlallerinden sorumlu olan bireylerin suçlarının neler olduğunu belirlemek. Bence bu, bir çatışamadan sonra toplumun önüne bakabilmesini sağlayacak olan geçiş döneminde adaletin sağlanabilmesinin önemli bir parçası ve inanıyorum ki, bu, bu tür suçlarda cezai sorumluluğu bulunan failleri, özellikle liderleri, gelecekte insanlığa karşı suç işleme hususunda engelliyor. Fakat bu suçları ortaya koymanın birçok başka yolu da var ve cezai davalar, bunun sadece bir yöntemi olmalı. Çünkü bu tür suçlardan sorumlu olan herkesi mahkeme karşısına çıkarmak neredeyse imkânsızdır. Eğer öyle olsaydı, bir suçtan on binlerce kişinin yargılanması gerekirdi. Ayrıca üzerinden uzun zaman geçmiş suçlar için de esas sorumlu faillerin artık hayatta olmaması gibi durumlar da söz konusu olabiliyor. Bu yüzden, ileriye bakmak isteyen toplumlar için diğer mekanizmalar da son derece önemli bir hal alır. Öncelikle bu çatışmaların ve suçların neden gerçekleştiğini anlamak gerekir. Hakikat komisyonları gibi kurumlar, bu sebeple son derece önemlidir. Bu mekanizmalardan bir diğeri de, kurbanların zararlarının gerçekçi bir şekilde tespit edilmesi çabasıdır. Buna karşılık, zarar görenlerin sembolik kabulü, bu insanlar adına anıtlar veya hafıza mekânları yapmak, uygun olduğu ölçüde kurbanlara tazminat ödenmesi gibi maddi iadeler ve faillerin bu suçlardan kazanç sağlamasının engellenmesi gibi adımlar atılabilir. Korkunç gaddarlıkların devam ettiği ve dünyanın halen tehlike ve genellikle çok acımaz bir yer olduğu gerçeği, elbette ki çok açık. Eğer geçmişte yaşananları inkâr etmeye ve yok saymaya devam edersek, gelecek suçlara cüret edilmesini engelleyemeyiz. Milliyetçilik, din, siyasi ideoloji veya terörizmle mücadele adına işlenen bu tür suçların asla mazur görülemeyeceği, bunlara müsamaha gösterilmeyeceği ve unutulmayacağı, evrensel bir kültür inşa etmek zorundayız.
- Geçmişte kalmış suçların bugünden bakarak adil bir şekilde yargılanabileceğine inanıyor musunuz?
Evet, bunun mümkün olduğunu düşünmekle birlikte geçmişteki suçların adilane bir şekilde yargılanmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Elbette ki, olayların üzerinden zaman geçmesinin, gerçeklerin kanıtlanmasını zorlaştırdığı çok açık. Kamboçya’daki soykırımın üzerinden 38 yıl geçti ve bazı tanıklar hayatını kaybetti. Fakat o dönemden birçok belge kurtarılmış ve bu konu üzerine birçok tarihi çalışma yapılmış. Bu sayede, bulunduğumuz zamandan bakınca, o dönemde neler olduğunu, bu olaylardan beş ya da on yıl sonra, bu olayı incelemek isteyenlerden çok daha iyi anlıyoruz. Bu tür tarihi vakaların bahsettiğiniz zorlukları varken, aynı zamanda avantajları da mevcut. Olayların üzerinden zaman geçmesi, daha objektif çalışmayı ve bir kesimin propaganda malzemesi olarak kullanılan vakaların, zor gerçeklerden ayrıştırılmasını sağlar.
- İnsanlığa karşı işlenen suçların inkârının yasaklanması yönünde atılan hukuki adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Galiba Amerikan hukuk geleneğinden geldiğimden ötürü, kanunların fikir ve ifade özgürlüğünü düzenlememesi gerekliliğinin gerçeğin yalanlara karşı zafer kazanması için en iyi yol olduğuna inanıyorum. Açıkça yalan olsa da, hiçbir beyanın suç kabul edilmesini savunmam. Fakat geçmişteki adaletsizliklerin inkâr edilmesinin bu suçlardan ötürü mağdur olanların ve ailelerinin, özellikle soykırım kurbanlarının yaralarını ve zararlarını kalıcılaştırdığını kesinlikle biliyorum. İnkâr, sadece mağdurları yaralamaz, failleri de ahlaken küçültür. Hem geçmişle dürüstçe yüzleşmeyi, hem de paylaştıkların insanlığın kucaklanmaya devam edilmesine engel olur. Beyaz Amerikalıların siyahların ABD’de yaşadığı kölelik dönemini inkâr ettiklerini düşünün. Bir yalanı yaşıyor olurlardı ve halihazırda zorlu bir süreç yaşayan gruplar arası ilişkiyi tüm Amerikalılar için imkansız hale getirirlerdi. Siyah Amerikalılara uygulanan bu büyük adaletsizliği kabul etmek, gruplar arasındaki ilişkinin yol almasını sağladı, o kadar ki, şu anda bizim siyah bir başkanımız var. Toplumlar ve uluslar, aynı bireyler gibi kusursuz değillerdir. Hepimiz yaşamımız boyunca bazı hatalar yaparız. Hatasını itiraf eden ve yaraladıklarından özür dileyen veya onlarla barışanlar, daha iyi insanlar olarak yaşamlarına devam ederler. İtirafımızdan yararlanacak olanlar, sadece yaraladıklarımız değildir, bence bu itiraflardan, itiraf edenler dâhil hepimiz faydalanırız.

Kamboçya’da nüfusun dörtte biri öldürüldü
- Kamboçya’da soykırım denilecek ne suçlar işlendi?
Kızıl Kmerler, Nisan 1975’te iktidarı ele aldılar ve derhal toplumu tüm “feodal” ve “kapitalist” sınıflardan arındırmayı hedefleyen radikal bir ideolojiyi yerleştirmek için adımlar attılar. Hemen ertesinde başkent Phnom Penh’i ele geçirdiler ve yaşlılar, hastanedeki hastalar ve hamile kadınların da dâhil olduğu 2 milyondan fazla insanı hiçbir ayrım gözetmeden, o gün şehri terk etmek zorunda bıraktılar. Yılın en sıcak zamanında, tüm insanları koşulsuzca haftalar boyu kırsaldaki çalışma kamplarına doğru yürümeye zorladılar, zaten birçoğu yolda öldü. Rejim, insanların hayatının her anını kontrol altında tuttu. Nerede yaşayacaklarına, hangi işlerde çalışacaklarına, kimlerle evleneceklerine, kimle birlikte yemek yiyebileceklerine karar verdi. İşkenceye ve yüz binlerce insanın ölüm emrini vermeye paranoyakça bir istek duyuyorlardı. Doğrudan cinayetle veya ağır koşullardan dolayı nüfusun dörtte biri öldü. Kurbanların çoğu, sınıflarından, bir önceki rejimle bağlantısı olan mesleklerinden veya paranoyak rejimin onları siyaseten şüpheli ilan edebileceği birçok diğer sebepten dolayı öldürülen Kamboçyalılardı. Böylesi kurbanların birçoğu, “ulusal, etnik, ırksal ve dini” grup tanımına uymuyordu. Fakat özellikle Vietnamlılar, şu anda Vietnamlıların kontrolündeki Khmer Krom bölgesindeki Kamboçyalılar ve Kamboçyalı Müslüman azınlık grup olan Chamlar hedef alındı. Bu yüzden, mevcut suçlamalar, Vietnamlılar ve Müslüman Chamlara, yani etnik veya dini topluluklara karşı girişilen soykırımı da içeriyor.
- Peki, davanın seyri ne durumda?
Geçtiğimiz ay, 2 yıl süren davanın ardından, rejimin önde gelen liderlerinden, “İki Numaralı Kardeş” olarak bilinen Nuon Chea ve Devlet Başkanı Khieu Samphan’ın son savunmalarını aldık. Bundan sonra, davaya dair değerlendirmenin 6 ay içinde tamamlanacağını bekliyoruz. Fakat bu dava, sadece rejimin erken dönemiyle ilgileniyor, özellikle de nüfusun şehirlerden zorla tehciriyle. Soykırımı da içeren diğer suçlarla ilgili kanıtlar duymayı da ümit ediyoruz. Phnom Penh’teki esaret kamplarından S-21’in komutanı olan bir adam, yaklaşık 14 bin insanın işkenceden geçirilmesinden ve öldürülmesinden sorumlu tutularak ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Dönemin diğer üst düzey liderleri de şu anda soruşturma altında. Umut ediyoruz ki, davayı önümüzdeki birkaç yıl içerisinde etkin bir şekilde tamamlamış olacağız.

* Bu röportajın kısaltılmış hali, Agos gazetesinin 14 Kasım 2013 tarihli sayısında yayımlanmıştır.

Emre Can Dağlıoğlu 

Hiç yorum yok: