29 Mayıs 2015 Cuma

Semih Gümüş: ‘Türkiye’de edebiyat eleştirisinin yetersiz olduğu kesinlikle doğru’



Semih Gümüş, uzun yıllardır Türkiye edebiyatında eleştirmen ve yayıncı olarak emek veren, bu konu üzerine kafa yoran bir edebiyat emekçisi. Kendisi gerek bu alanda yayınladığı kitaplarla gerekse de haftalık yazılarıyla edebiyat üzerine zihin açıcı yazılar yazmakta. Bununla beraber Gümüş, son birkaç yıldır yayıncılık alanında da edebiyatımıza katkılar sağlamakta. Kurucusu olduğu Notos’la Türkiye edebiyat dergiciliğinde bir boşluğu doldurduğunu söylememiz yanlış olmaz sanırım. Bununla beraber yine kurucusu olduğu Notos Kitap ile yayın dünyasında da rüştünü ispatladı. Semih Gümüş'le Türkiye'de edebiyat dergiciliği, yayıncılık ve eleştirmenlik üzerine konuştuk.
Semih Gümüş
- Notos dergisi 50. sayısını da geçti. Bize Notos'un oluşum hikâyesinden bahsedebilir misiniz? Başlangıçta hangi saiklerle yola çıkmıştınız?
Notos, sanırım benim dergi yayımlama tutkumun sonucu. Ben buna dergi yayımlama manyaklığım da diyorum. İlk sayısı Aralık 2006’da çıktı, şimdi 9. yılı içinde. Daha baştan, edebiyat dergilerinin eninde sonunda içine düştüğü kısır döngüyü kırmayı amaçlamıştık. Edebiyat dergisinin de çok satabileceğini düşünüyordum. Bunun için ne yapılması gerekiyorsa onları yapmalıydık elbette. İçeriğinden tasarımına, gitgide genişleyen bir okur kitlesinin beklentisine karşılık verebilmeliydik. Bunun için çok çalıştık. Sonunda Notos’u Notos yapan, kendine özgü bir kimliği olan bir dergiye dönüştürebildik. Bugün de en yaygın dağıtılan, en çok sayıda okura ulaşan edebiyat dergisi oldu Notos. Artık çıtayı biraz daha yükseğe koyduk.
- Malumunuz, dijital yayıncılık son yıllarda hızla yaygınlaşmaya başladı. Genel olarak e-dergiciliği üzerine düşünceleriniz nedir? Türkiye'de edebiyat dergilerinin yeteri kadar okunmadığı düşünülürse, bu yayınların, internetin ulaşım olanaklarıyla daha çok okuyucuya ulaşmaları sizce mümkün olacak mı?
Ben dijital yayıncılığı çok önemsiyorum. Kaldı ki, önemsememeyi de düşünemiyorum. Bizde her alanda olduğu gibi, yayıncılık dünyasında da geleneksel bir tutuculuk olduğu için, dijital yayıncılığa pek iyi gözle bakılmıyor. Oysa yayıncılığın ikinci bir kanalı, yayınevleri için faklı bir etkinlik alanı ve olanaktır bu. Notos başından beri e-dergi olarak da yayınlanıyor. Kitaplarımızı da e-kitap olarak satışa sunuyoruz. Bu arada basılı dergilerle aynı nitelikte bir dijital edebiyat dergisinin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Zor elbette. Her şeyden önce, bir gelir elde etme şansı pek az. Oysa iyi bir dijital dergi için küçük de olsa iyi bir ekip de gerekir. Bu arada pek çok dijital dergi girişimi var, Sabit Fikir güzel, ama ben sözgelimi Notos gibi bir derginin dijital biçimini kastediyorum. Onun için sanırım biraz erken.
- Türkiye'de uzun yıllardır matbuat olarak çıkan edebiyat dergilerinin, genç kuşak okuyucuya ulaşabildiklerini düşünüyor musunuz? Bu anlamda, Notos'un genç okuyucularla ilişkisi nasıl?
Ben bunda önemli bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Sonunda edebiyat dergilerinin okurlarının asıl olarak gençler olduğundan kuşku duymayınız. Bir yayıncı olarak böyle olduğunu izliyorum. Dergileri de, kitapları da alanların çoğunluğu gençlerdir. Tersini görüyor musunuz siz? Notos’un da okurlarının yüzde 70’i gençler, liselilere varıncaya dek, iyi bir okur çevresi olduğunu görüyorum.
- Türkiye'de son yıllarda edebiyat dergiciliğinde bir artış gözlemlenmekte. Siz, genel olarak son yıllarda çıkan edebiyat dergileri için ne düşünürsünüz? Sizce eskiye kıyasla, bu yeni dergilerin ne gibi farklılıkları var?
Aslında bugün yayımlanan edebiyat dergilerinin sayısı geçen dönemlere, bizim gençlik yıllarımıza göre epeyce az. Neyse ki, son birkaç yıldır artmaya başladı. Edebiyat dergilerinin sayısı çoğalmalıdır. Dergisiz edebiyat dünyası olmaz. Geçmişte yayımlanan dergilerle bugünküler arasında belirgin bir fark da var. Geçmişte belli bir edebiyat anlayışı, yol ve yordam çevresinde bir araya gelenlerin yayımladığı dergilerin sayısı pek çok olurdu. Bazen siyasal nedenlerle de çıkardı edebiyat dergileri. Bugün bu eğilimin güçlü olduğu söylenemez. Bunu doğal bir sonuç sayıyorum. Bugün belli bir anlayış çevresinde bir araya gelmek daha zor. Parçalanmış hayatlar, parçalanmış bir edebiyat dünyasına da yol açtı. Dolayısıyla dergiler asıl olarak edebiyatın izini sürüyor. Önemli olan da nitelikli edebiyatın izinde olmaları.
- Uzun yıllardır edebiyat eleştirmenliği yapmaktasınız. Siz, edebiyat eleştirmenliğini nasıl tanımlarsınız? Eleştirmenliğe ilk başladığınız yıllardaki ortamla, şimdiyi kıyaslarsanız ne gibi farklılıklar var sizce? Türkiye'de edebiyat eleştirmenlerinin okuyucu üzerinde yönlendirici etkileri oluyor mu sizce?
Edebiyat eleştirisinin geçmişte bugünkünden farklı olduğunu düşünüyorum. Bizde yazılanlar özellikle böyleydi. Yazarı metne bağlayan, iyiyle kötüyü ayırt etmeye çalışan, dolayısıyla metni yazınsal bir metin olarak almaya yeterince yatkın olmayan bir eleştiri anlayışının egemen olduğu söylenebilir. Oysa eleştiri bu değil elbette. Batı’da da böyle anlaşılmıyor. Eleştiri, edebiyatın öteki türleri gibi bir tür. Yazınsal eleştiri diyorum ben. Kendisi dışındaki yazınsal metinlerin yarattığı dünyanın karşısına, onlardan çıkmakla birlikte, tamamlandığında onlardan bağımsız bir dünya kuran metindir eleştiri. Yazara ya da metne bağımlı değildir. Ama metnin içinde kalmalıdır. Bu nitelikte eleştiri bizde ne yazık ki pek az. Bunu biliyoruz. Ama en azından anlayış olarak benim gençlik yıllarımda yazılan eleştiriden çok daha doğru anlaşılıp çok daha nitelikli yazılıyor. Eleştirinin okur üstünde yaygın bir etkisi oluğu söylenemez. Ama öyle görüyorum ki, sözüne güvenilir bir eleştirmenin önerdiği kitaplara meraklı ve sınırlı bir okur çevresinin duyduğu güven de var. Kendi payıma bunu söyleyebilirim.
- Türkiye'de uzun yıllardan beri süregelen tartışmalardan biri de, gerçek anlamda edebiyat eleştirisi yapılmadığı ve kitap eklerindeki yazılarının bir çoğunun tanıtım yazılarına dönüştüğüne dairdir. Siz bu tartışmalar için ne demek istersiniz? Türkiye'de bu anlamda edebiyat eleştirisine dair büyük bir eksiklik var mı?
Kitap eklerinin çok önemli bir işlevi olduğunu kim yadsıyabilir. Oralarda yayımlanan yazıların büyük bölümünün eleştiri yazıları olmadığını biliyoruz, olmaları da gerekmiyor. Belki çok farklı bir kitap dergisi düşünülebilir, London Book of Review ya da benzerleri gibi. Orada eleştiriler de olur. Türkiye’de edebiyat eleştirisinin eksik ve yetersiz olduğu kesinlikle doğrudur. Çünkü yeteri kadar eleştiri yazarı yok. Son birkaç yılda çoğalmaya başladığını görüyorum. Umarım yakında edebiyat dergilerinin gereksinimini karşılayacak çoklukta ve nitelikte de olur. Bugün bundan daha iyi durumda olması beklenemez. Edebiyat dünyasının piyasaya ve popüler kültüre gitgide daha zor yaklaşması da eleştiriyi gereksizleştiriyor. Bunlar epeyce önemli sorunlar.
- Genel olarak Türkiye'de yapılan edebiyat tartışmaları için ne düşünüyorsunuz? Sizce nitelikli bir edebiyat tartışması yapılıyor mu? Kitap ekleri ve dergileri bu anlamda tartışmaların neresinde duruyor?
Ben Türkiye’de nitelikli edebiyat tartışmaları görmüyorum. Olmuyor. Olmasını da pek beklemiyorum. Çünkü hem eleştiriye yabacı bir dünyamız var hem de o tartışmaları yürütecek olgunluk ve donanım yok. Tartışma, düşünce üretimi demektir. Bu ülkenin yazarlarının ve aydınlarının çoğunluğu da yaratıcı düşünce üretiminden çok uzak. Meraklı bir toplum içinde yaşamıyoruz bir kere. Dünyada neler yazılıyor, hep uzağında duruluyor.

- Notos'un Oğuz Atay sayısında Şavkar Altınel, Tutunamayanlar üzerine bir eleştiri getirmişti ve o eleştiri üzerine büyük tartışmalar çıkmıştı. Bu örnekte de olduğu gibi bu durumun Türkiye'de yazarları biraz fazla kutsallaştırdığını ve onları tartışılmaz duruma getirdiğini düşünüyor musunuz?
Evet, böyle olduğunu düşünüyorum. Tutunamayanlar 1971’de yayımlandığı zaman onu en iyi anlayabileceğini düşünebileceğiniz yazarlar bile olumsuz yaklaşmıştı. Bu ne biçim roman, demeye getirerek. Oysa on yıl sonra bir kült romana dönüştü Tutunamayanlar. Hangisi doğru? Evet, 1970’lerin ilk yarısının dünyasında anlaşılamamıştı Tutunamayanlar ama eleştirilemez bir roman olarak görülmeye başlaması da olumlu değil. Her roman eleştirilir. Edebiyat kültürümüz eleştirinin ne olduğunu anlamaya gerçekten uzak görünüyor. Hâlâ böyle. Oysa eleştiri, anlamadır, yorumdur, değerlendirmedir, sürekli soyutlama yapmaktır. Onsuz yaşanır mı.
- Bir röportajınızda Türkiye'de yazarların, başka edebiyatçılar üzerine yazmaktan kaçındıklarını söylemiştiniz. Yazarların, başka yazarlar üzerine ve genel olarak edebiyat üzerine yazmaları, düşünmelerini önemli bulur musunuz? Türkiye özelinde, bunun bir eksiklik olduğunu düşünür müsünüz?
Hem çok önemli buluyorum. Eleştiri de zaten yalnızca eleştirmen olarak bilinen yazarların işi değildir. Bütün edebiyat dünyasının sorunudur eleştiri. Dolayısıyla yazarların başka kitaplar ve edebiyatın sorunları üstüne düşünüp yazmaları edebiyat dünyamızın ortalama düzeyini yukarı çekecek asıl etkendir. Sanırım bunu sağlamak zor olacak.
- Türkiye'de son yıllarda kitap üretimi ciddi oranda arttı. Siz, genel olarak genç kuşak edebiyatçılarımızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin son dönemde en çok beğendiğiniz yerli yazarlar kimler?
Doğru, biz yazılanları görmüyoruz ama yayımlananları biliyoruz. Onlar da her yıl biraz daha artıyor. Kimileri bundan şikâyet ediyor. Bense çok olumlu buluyorum bu gelişmeyi. Ne kadar çok yazılırsa iyi yazarların çıkma şansı da o kadar artar. Düzyazı uygarlıktır, denir. Ne kadar çok yazılırsa o kadar iyi olur. Sevdiğim, beğendiğim, ilgiyle izlediğim yazarların sayısı pek çok. Bizim kuşağımızdan yazarları söylemem sanırım doğru olmaz. Onlar zaten bugünün ustaları oldu. Daha genç kuşaktan yazarlardansa, Behçet Çelik, Burhan Sönmez, Faruk Duman, Murat Özyaşar, Sine Ergün, Neslihan Önderoğlu, Hande Gündüz, Özlem Akıncı, Birgül Oğuz aklıma ilk gelen yazarlar. Elbette dahası da var…

Can Öktemer

Hiç yorum yok: