25 Mayıs 2015 Pazartesi

Jürgen Zimmerer: ‘Toplumun elitlerinin kabulü olmadan soykırım yapmak imkânsızdır’



Soykırım tartışmalarında, Holokost’a olan benzerlikleri 1915’in soykırım olduğunun ispatı için kullanılırken, Holokost’tan farklılıkları da 1915’in soykırım olmadığının delili olarak ileri sürülür. Hamburg Üniversitesi’nden Prof. Jürgen Zimmerer ise Holokost ile Ermeni Soykırımı arasındaki çok temel bir benzerliği vurguluyor: ‘Her iki soykırım da, kriz zamanlarında günah keçisi ilan edilen iç düşmandan kurtulma girişimiydi.’
Prof. Jürgen Zimmerer
- 20. yüzyıl, Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’nda ‘rahatsız eden nüfusun yok edilmesi’ mantığının uygulamaya konulmasına tanıklık etti. Neden bu iki ülkede uygulamaya kondu bu mantık?
Esasında homojen ulus-devletler yaratma arzusu, Fransız Devrimi’yle birlikte yükselen modern milliyetçiliklerin sonucu. 19. yüzyıl boyunca, biyolojik ırkçılık popülerlik kazanmış ve milli aidiyet veya bağlılık giderek artacak biçimde biyolojik terimler, örneğin ırk üzerinden tanımlanmaya başlamış. Bu süreçte yükselen sosyal Darwinizm, tüm ulusların diğerleriyle devamlı mücadele içinde olduğunu ve mücadele sonunda ‘en güçlü’ olanın hayatta kalacağını varsayar. Sosyal homojenlik ve ‘ırksal arılık’, bu mücadeleyi kazanmanın önemli faktörleri olarak görülüyordu. Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu elitleri, kriz anlarında, toplum ve devletin reforma ihtiyaç duyduğunu en güçlü şekilde hissettikleri anlarda, bu fikirleri kullanıma soktular.
- Bu tarz ‘nihai çözümler’in neden kriz anlarında uygulanması mümkün oluyor?
Ekonomik veya siyasi kriz, tehlike duygusunu, yani sosyal Darwinizm mücadelesinde geride kalma hissini yükseltir. Siyasi ve ekonomik sistemi modernize etmek için yapılan baskı artırılır. Başarılı bir rakibin modeline göre kendi toplumunu şekillendirmek zorunlu bir hal alır. 19. ve 20. yüzyılda, aralarında Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu/Türkiye’nin bulunduğu birkaç ulus, böylesi birbirini örnek alarak modernleşme yöntemini denediler. Bu anlarda, dönen ‘oyunlar’ın arkasındaki krizleri ve stratejileri açıklamak ve en başarılı görünen rakibi yakalamak için günah keçileri belirlenir. Bu günah keçilerine yapılabilecekleri gizlemek için kriz anları önemli fırsatlar da sunar. Bu anlarda, çoğunluğun radikal önlemlere karşı toleransı yükselir. Aynı zamanda, savaş da aşırı şiddet eylemlerini gizlemek için önemli bir maske halini alır.
- Bu mantık aktarılabilir, devlet geleneği haline gelebilir bir şey mi?
Soykırım stratejileri öğrenilebilir şeylerdir. Kişisel veya kurumsal hafıza veya hoca-öğrenci ilişkisi aracılığıyla aktarılabilirler. Özellikle de bu yöndeki bilimsel fikirler, hocalar aracılığıyla bir nesilden diğerine kolayca geçer. Kurumlar da önlemler ve stratejiler geliştirirler ve bunların etkinliğini tayin ederler. ‘Doğru pratik’ olarak gördükleri bu eylemleri, her yeni nesil için örnek olarak kullanarak yeniden inşa ederler. Bu anlamda, soykırım eğilimi, belirli toplumlara içkin bir şey olmasa da, nesilden nesle aktarılabilen ve öğretilebilen bir şeydir.
Toplama kampındaki Yahudi mahkumlar (Kaynak: Guardian)
- Dolayısıyla Almanya’nın kolonyal varlığının Nazilerin yükselişini etkilediğini söyleyebilir miyiz?
I. Dünya Savaşı’ndan önce Almanya’nın Afrika politikası ile II. Dünya Savaşı’nda Avrupa’daki politikası arasında önemli benzerlikler ve farklılıklar var. En önemli benzerlik, toprakları işgal ederek, ırk temelinde yeniden düzenleme girişimi. Almanya, Güneybatı Afrika’da ırksal bir devlet yaratmaya giriştiği gibi, Doğu Avrupa’da da bir Aryan kolonisi, ırkçı bir hâkimiyet sistemi kurmaya çalıştı. Fakat kolonyal dönemdekinden farklı olarak, Avrupa’da şiddet Almanları da hedef aldı. Alman Yahudiler, iç düşman olarak tanımlandı ve yok edildi. Bu noktada, anti-semitizm ve onun Almanya’daki yüzyıllık geleneği de merkezi bir rol oynadı. Yine de, Almanya’nın yıkıcı planlarının Yahudilerle sınırlı kalmadığının altını çizmek önemli. Sinti ve Romanlar ile özellikle milyonlarca Slav da Almanların devasa yerleşimci-kolonyal projesine alan açmak için yok edildiler. Fakat elbette ki, Yahudilere uygulanan şiddet, Slavlar da bu düzeyde tekrar etmedi.
- 20. yüzyılın ilk yarısındaki soykırımlara baktığımızda genellikle Almanya’yı katılımcı olarak görüyoruz. Almanya, neden böylesi büyük şiddet eylemlerinin içinde yer alıyor?
Bu, elbette ki Almanlara içkin ırkçı gelenekten kaynaklanmıyor. Bu durum, daha çok, 1871’de Alman İmparatorluğu’nun kurulmasının ardından, devletin ‘geri kalmış’ Alman toplumunu modernize etme ve dünyada önde gelen bir rol oynama arzusundan ileri geliyor. Hem Herero Soykırımı hem de Holokost, anti-semitizm gibi diğer etmenlerin dışında, Fransa veya Büyük Britanya gibi diğer Avrupalı güçlerle yarışabilmek adına düzenli ve etkin bir ekonomik sistem yaratma mantığından ileri gelir. I. Dünya Savaşı’ndaki yenilginin ardından, bu arzu iyice yoğunlaştı ve bu arzunun tatmin olmamasının suçu günah keçilerine atıldı. Özellikle Almanya’nın Doğu Avrupa’yı işgal ve fetih politikası, bu yönde bir amaçla, bölgeyi günah keçilerinden temizlemek ve ırksal anlamda yeniden düzenlemek adına atılan adımlardı. Bunun dışında, Ermeni Soykırımı’nda Almanya’nın ne kadar aktif bir rol oynadığı ise halen tartışma konusu. En azından, Almanya’nın Ermenilere yönelen şiddeti görmezden geldiği çok açık, çünkü Osmanlı’ya bir müttefik olarak ihtiyacı vardı. Ayrıca, Jön Türklerin toplumu homojenize ederek modernize etme girişimine sempatiyle baktığını da söylemek mümkün.
- Bahsettiğiniz yok etme mantığı uyarınca, Ermeni Soykırımı’yla Holokost’u karşılaştırmak mümkün mü?
Tüm soykırım vakaları, ortak davranışlar ve özellikler içerir ve karşılaştırılabilirler, hatta karşılaştırılmalılar. Karşılaştırma olmaksızın, soykırımların kendine özgü tarihsel örneklerinin benzerliklerini veya farklılıklarını anlayamayız. Ermeni Soykırımı ve Holokost’ta, Herero Soykırımı ve II. Dünya Savaşı’ndaki Slavların durumundan farklı olarak, şiddet ‘iç düşmanlar’a yönelir. Ayrıca Ermeni Soykırımı ve Holokost’ta, şiddet, büyük bir savaşın şartları geçerliyken uygulanır. Bu da, azınlıkları dışardaki düşmanla ittifak halindeki iç düşman olarak kodlayan ideolojik suçlamayı meşru kılar. Fakat her iki vakada da, farklı siyasi atmosfer ve ideolojik meşrulaştırma yöntemleri vardır.
- Merkezi politikanın dışında, iç düşman olarak kodlama ve yok etme mantığının uygulanması sivillere ne kadar ihtiyaç duyar?
Ermeni Soykırımı ve Holokost gibi suçlarda, kurbanlar, toplumun içinde yaşadıkları ve onların yok edilmelerinden toplumun geriye kalan doğrudan veya dolaylı olarak fayda sağladıkları için, geriye kalan sivil nüfus genelde girişilen adaletsizliğin farkındadır. Şiddetin boyutunu ve bunun en radikal sonucu olan binlerce insan öldürülmesinin detaylarına tam olarak vakıf olamayabilirler. Fakat yine de, insanlığın tüm ilkelerine karşı işlenen bir suçun toplumun önemli bir kesiminin, özellikle de elitlerinin katılımı veya en azından kabullenmesi olmadan vuku bulması imkânsızdır.
1904-1908 yılları arasında Almanya tarafından katledilen Hererolar
- Sizce Almanya, kendi kanlı geçmişiyle yüzleşti mi?
Almanya, Holokost’taki tarihi suçunu ve sorumluluğunu görece büyük ölçüde kabul etti. Hatta bundan dolayı uluslararası çevrelerce takdir edildi. Fakat mesele, Almanya’nın kolonyal suçlarına geldiğinde, bunları kabul etmekte zorluklar yaşanıyor. 2004’te dönemin Alman hükümeti, Bakan Heidemarie Wieczorek-Zeul’un şahsında, 1904-1908 yılları arasındaki suçlar için Namibya’dan resmi olarak özür diledi ve işlenen suçun bugün soykırım olarak adlandırılacağını kabul etti. Alman sivil toplumunun bir kısmı, daha resmi bir kabul, özür ve Namibya’daki kurbanların torunlarına tazminat ödenmesi için baskı yapmayı sürdürüyor, fakat bu daha gerçekleşmiş değil. Yine de, bu meselenin açıkça tartışılan bir konu olduğunu ve toplumun giderek sayısı artan bir kesiminin geçmişteki hatalarla yüzleşmek için baskısını sürdürdüğünü söyleyebilirim.
- Ermeni Soykırımı söz konusu olduğunda, Almanya süregelen inkâra karşı ‘tarafsız’ pozisyonunu sürdürmeye çalışıyor. Ermeni Soykırımı, Almanya için geçmişle yüzleşmenin neresinde?
Herero Soykırımı’nda olduğu gibi, Ermeni Soykırımı’nda da Alman hükümeti, Holokost’tan önceki herhangi bir soykırımı kabul etmek konusunda oldukça isteksiz. Bu, bir yanıyla, Holokost’u göreceleştirme korkusundan, bir yanıyla da Almanya’da yaşayan büyük Türk azınlığı yabancılaştırmama isteğinden kaynaklanıyor. Bana göre, Almanya, Ermeni Soykırımı sırasında Alman ordusunun davranışlarının sorumluluğunu almalı. Tıpkı Herero Soykırımı’ndaki sorumluluğuyla yüzleşmeye çalıştığı gibi…
* Bu röportaj, Agos gazetesinin 27 Şubat 2015 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Emre Can Dağlıoğlu

Hiç yorum yok: