7 Şubat 2012 Salı

Haftanın Çok Bilmişi #5: Paul Auster


30 Ocak-5 Şubat 2012- Elbette ki, tinercilikten kurtardığı genç nesilleri “yetiştirmek”le meşgul olan Başbakan Erdoğan, değerli “filolog” Bülent Arınç ve pek muhterem “filozof” İdris Naim Şahin varken, Paul Auster’i eleştirmek bize düşmeyecektir. Fakat yine de Auster'in, gerçekleri hakkında bilgi sahibi olmadığı Şark’a attığı oryantalist bakışıyla “haftanın çok bilmişi” payesini hak ettiğini söylemeden edemiyoruz. Elbette ki, Auster “cahil” bir insan değil, fakat Kemalizme biçtiği “Osmanlı’dan yarattığı Cumhuriyet’le, Türkiye’yi modern dünyaya dâhil ettiği” rolüyle, Edward Said’ten aldığı ölümcül darbelerle artık esamesi okunmaması gereken Bernard Lewis gibi oryantalist bir kuşağın ayak izlerini takip ediyor. Ona göre, zaten “modern” dünyanın içinde olan Osmanlı, Şark’ın bir kahramanın zor kullanması olmadan asla “değişmeyecek” bir imparatorluğu. Onu değiştirmek, “modern” bir ulus-devlet haline getirmek için uygulanan şiddetten ve çekilen acılardan ya haberi yok, ya da Şarklıların zaten acı çekmesi gerektiğini düşünüyor. Aynı Bernard Lewis’in “Arapların kalın bir sopayla yönetilmesi gerektiğini” düşündüğü gibi… “Olağanüstü bir lider” diye nitelediği “kahraman”ın, bizzat kendisinin eleştirdiği anti-demokratik düzeni var eden ve halen yıkılamayan korporatist yapının kurucu babası olduğunu bilmiyor. Fakat bu bilgisizliğine aldırmadan, popülizm ve şirin görünmek adına konuşmaktan imtina etmiyor.

Aynı zamanda İsrail’i korurken dile getirdiği gibi düşünce özgürlüğünü sadece “hapiste olan gazeteciler” üzerinden okumayı tercih ediyor ve 2001 yılında, “1948’de Filistinliler katledilmiştir” diye tez yazdığı için reddedilen ve tezini baştan yazmak zorunda kalan Teddy Katz’ı, Filistinlilere uygulananın “etnik temizlik” olduğunu yazdığı için İsrail’i terk etmek zorunda bırakılan ünlü tarihçi İlan Pappe’yi ve İngiltere’deki bir grup akademisyenin İsrail’i bu yüzden akademik olarak boykot ettiğini unutuyor. Gazetecilerini hapsetmemiş olsa da, Gazze Şeridi’ni dünyanın en büyük hapishanesine çeviren bir ülkeyi, özgürlükler adına savunabiliyor. Gündüz Vassaf’ın da belirttiği gibi bu tutumu, duyarlı bir edebiyatçıdan çok ancak “oryantalist insan hakları savunuculuğu” sıfatını hak ediyor.          

5 Şubat 2012 Pazar

Ve Bunları Çabucak Geçelim Sevgilim...

Fotoğraf: Cahilus
Bülent tomografiden çıkmıştı, sonuçlar birkaç güne alınacaktı. Gerçi doktor teşhisi koymuştu, kanserdi. Bütün bu testler, kanserin vücuda sıçrayıp sıçramadığını görmek içindi. Takside Bülent, Nihan'a baktı. Uzun sessizlikleri bozan taksicinin radyosundan gelen Ankara oyun havaları oldu.  Normalde böyle durumlarda ikisi de gizli gizli gülerdi ama bu sefer sus pustular.

Bülent, Nihan'ın yüzüne bakmadan, "Senin kemoterapin ne zamandı? Ben de ameliyat olursam çakışmasın günler" dedi.

"Sen bunları şimdi düşünme canım, bir şekilde hallolur bu işler." Nihan soğukkanlı olmaya çalışıyordu, fakat ses tonu onu ele veriyordu.

Bülent ve Nihan evlerine çıktılar, Bülent hemen kanepeye uzandı, yorgun gözüküyordu. Hiç ummadığı bir zamanda kanser onu da bulmuştu, hem de en olmadık yerinde, testisinde tümör çıkmıştı. Küçükken babası ona, “Göster amcanlara pipini” dediğinde gururla pantolonunu indirirdi. Şimdi ise istemeden de olsa, birçok doktorun önünde pantolonunu indirmek zorundaydı. Gerçi o, şimdi bunu düşünecek durumda değildi. Ne zaman ameliyat olacaktı? Kemoterapi alacak mıydı? Tam da Nihan'ın tedavisi iyi giderken, ya kızcağız şimdi ona üzülüp tedavi aksarsaydı!

Birkaç dakika sonra Nihan da yanına uzandı Bülent'in. Bülent, "Kemoterapi acıtıyor mu?" dedi.

Nihan her zamanki sakin tavrıyla: "Canım benim, belki sana kemo vermeyecekler. Hem ne olur, artık bunları düşünme! Güzel şeyler düşünelim olmaz mı?"

Bülent, Nihan'ın bu lafından sonra sustu, iki ay öncesini düşündü. İki ay önce Nihan'ın göğüs kanseri olduğunu öğrenmişlerdi. Bülent, hayatında en çok önem verdiği insan olan biricik aşkı Nihan'ın kanser olduğunu öğrenince uzun süre kendine gelememişti. Bülent'i yatıştırmak yine Nihan'a düşmüştü. Başarılı bir ameliyat ile Nihan'ın kanserli göğsünü almışlardı. Şimdi ise Nihan'ın tedavisinin ikinci aşamasına geçilmişti. Haftanın iki günü kemoterapi alıyordu, Nihan. Doktor, saçlarınız dökülebilir demişti; fakat Nihan'ın saçları henüz dökülmemişti. O yine de kendisini bu duruma hazırlamak için saçlarını kısacık kestirmişti. İki ay sonra, tam her şeyi yoluna koymuşken, bu sefer de Bülent'in testisinde kanser çıkmıştı. Acil ameliyatla alınması gerekiyordu.

Bülent boş boş gözlerle tavana bakarken, Nihan müzik çaların yanına gitti, Bülent Ortaçgil’den "Oyuna Devam"ı açtı. Nihan şarkıya bağıra çağıra eşlik ediyordu: "Oyuna devam/biz hiç yorulmadık/biz hiç yenilemedik." Sonra gitti ve Bülent'e bir öpücük kondurdu.

Ertesi gün, iyi bir haberle güne başladılar. Bülent'in tomografisi temiz çıkmıştı, kanser metastaz yapmamıştı. Bülent'in az da olsa yüzü gülmüştü. Ameliyat günü de belirlenmişti, iki gün sonra, başarılı bir operasyonla kanserli testis alındı.

Bülent ameliyattan çıkınca arkadaşlarından sağlam destek geldi. Nihan ve Bülent'in evleri misafir kaynıyordu. Onlar hiç alışkın değillerdi aslında, bu kadar çok misafire. Bir iki arkadaş grupları vardı, sadece onlarla görüşüyorlardı. Bunların dışında evlerinde oturup müzik dinleyip, kitap okuyorlardı. Doktor sıkı sıkı tembih etmişti, maskesiz insan arasında çıkılmayacaktı. Bülent, bu emre harfiyen uydu. Nihan ise ilk başta, “Bu ne ya? Hasta mıyım ben de maske takacağım?” dediyse de, Bülent'i kıramamıştı. Eve her gelen misafir sağ olsunlar, elleri boş gelmiyorlardı. Börekler, çöreklerle geliyorlar. Nihan ve Bülent, çoğunu yiyemeden çöpe atıyorlardı. Yakın arkadaşlar ise kanser tedavisinde etkilidir diye ısırgan otu, nar suyu şifalar getiriyorlardı. İkisi de sıkı birer pozitivist olmalarına rağmen, belki işe yarar diye bu otlardan tüketiyorlardı.

Bülent yürümeye başlayınca, Nihan'ı kemoterapi seanslarına götürmeye başlamıştı. Bülent, seans esnasında Nihan'ın en sevdiği yazarı Tezer Özlü’nün Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabını okuyordu. Akşamları eve gelince, Nihan hemen kanepeye uzanıyor, Bülent ona Tezer Özlü okumaya devam ediyordu. İkisi de işlerinden izin almışlardı, uzun zamandır böyle bir hayal kuruyorlardı, baş başa uzun haftalar evden hiç çıkmadan müzik dinlemek, film izlemek, kitap okumak istiyorlardı. Fakat bu şartlarda evde bulunmak, ikisinde de buruk bir sevinç yaratıyordu, ayrıca pek de yalnız kalamıyorlardı. İş yerlerindeki sevmediği çalışma arkadaşlarından kat komşularına kadar birçok insan, geçmiş olsuna geliyordu. Ancak gecenin ilerleyen saatlerinde yalnız kalabildiklerinde ise sevdikleri Bülent Ortaçgil şarkılarından seçmeler yapıp geçmiş hakkında konuşuyorlardı. İkisi de belli etmese de ölüm korkusu içlerinde bir yerde duruyordu.

Nihan çok sevdiği Tezer Özlü'nün kitabını kapatarak, Bülent'e döndü;
“Ne kadar çok ölüyoruz di mi? Hem de saçma sebepler yüzünden. Yaşlılıktan ölenlerin sayısı azalacak bu gidişle. Tanrı'yla bir anlaşma yapsak aslında. Birkaç yıl ölümleri durdursa, yaşamımızın değerini anlar mıyız o zaman?”

Bülent'in gözleri dolar gibi oldu:
“Belki de Azrail ile satranç oynamak yerine, tavla oynamalıyız. Tavla ile ona karşı kazanma şansımız yüksek olur.”

Nihan koca bir kahkaha attı, “Yedinci Mühür'de satranç yerine tavla oynansaydı, film bu kadar etkili olur muydu acaba?” dedi gülerek. 

Fonda Ortaçgil'in Light albümündeki Aşk Var parçası çalıyordu:  "Bir tek aşk var/Aşk var mı?/Var aşk var.” Bu şarkı eşliğinde birbirlerine sarıldılar. Gözleri dolu dolu öpüştüler.

Bülent, Nihan'a döndü ve Nihan'ın gözlerindeki yaşları sildi. Sonra aklına Cahit Zarifoğlu geldi. Önce Nihan'a bir öpücük kondurdu sonra:

“Ve bunları elbette çabucak geçelim sevgilim…”

Can Öktemer

3 Şubat 2012 Cuma

Beni Böyle Sev Seveceksen (VI)

Nuri’yle Son Düello
Kısa süren araştırmalarımızdan sonra Nuri Bazman’ı “Kanarya Sevenler Derneği” ismi altında bir yasadışı kumarhanede bütün servetini tüketirken bulduk. Hido önce benimle gelmek istedi, fakat bu olay artık benimle Nuri arasındaydı. Sonuçta kumara karşıydım elbette ama oyunu da kurallarına göre oynamak lazımdı. Kumarhaneye öyle bir girdim ki, ben bile kendimden korktum. Nuri Bazman Efendi biraz da benimle oynasın bakalım nasıl oynanıyormuş kumar?

Ferdi: Gençler, bu masa boş mu?
Nuri: Ulan, gene mi sen? Belanı mı arıyorsun kardeşim?
Ferdi: Evet Nuri Efendi, şimdi seninle kumar oynacağız.

Nuri ve ben karşılıklı nefretle bakıştıktan sonra, kâğıtlar dağıtıldı ve oyun başlamıştı.

Ferdi: Nesine oynuyoruz Nuri?
Nuri: Farketmez, sen karar ver.
Ferdi: Her şeyine oynayalım o zaman.

Aman Allahım, neler diyordum ben? İntikam gözümü köreltmiş olmalı. Herşeyine oynamak ne demek? Derken yine en olmadık yerde karşıma çıkan İlhan Perisi karşımda belirdi.

İlhan: Kıyamadım sana, yardım etmeye geldim. Her şeyine oynamak ile çok iyi yaptın Ferdi. Bundan sonra sadece benim dediklerimi yap.

Kendi kendime konuşup deli yaftası yememek için, İlhan Persi’ne sadece kafamla evet anlamı gelecek şekilde salladım.

Nuri: Tamam o zaman beyler. Her şeyine oynuyoruz. Seni, o sefil fukara hayatına geri göndereyim de gör, arabeskçi ezik!

Kâğıtları açma faslına geçmiştik. İlhan Perisi’nin yardımıyla dört as da benim elimdeydi. Nuri’de ise berbat bir el vardı. Nuri elimdeki dört ası görünce suratı kireç gibi oldu. Evet, yıllar önceki ezik, kendi halindeki dolmuşcu Ferdi Orhan, bugün intikamını en acı şekilde alıyordu. Nuri Bazman’ın elindeki her şey benimdi artık.

Ferdi: Beyler ben kaçar, Nuri bir ara yanına gelip her şeyin alacağım senin unutma. Kendine iyi bak, iyi akşamlar.

Nuri, hiçbir şey söylemeden yerinde öyle ifadesiz bir şekilde otuyordu. Evet, bugün kazanmıştım ve Nuri Bazman’ı alt etmeyi başarmıştım. Sevgili okuyucu, size daha önce söylemiştim, “Düne kadar hep iyi adamdım, bundan sonra şerefsizin önde gideni olacağım” diye. İşte gene söylüyorum ve ekliyorum, Nuri benden kork bundan sonra! Hayatı zehir edeceğim sana!

Nuri Her Şeyini Kaybediyor

Nuri elinde şarap şişesi ile çılgınca evinin kapısını vurmaya başlamıştı. Gerçekten acınacak haldeydi.

Nuri: Heyt! Esengül neredesin? Aç lan kapıyı. Esengül gel lan buraya! Karşıla beni, ayakta duracak halim yok! Hop! Nerdesin? Esengül diyorum, alo!

Kim derdi ki, koca Nuri Bazman bu hallere düşecek? Olsun ama hak etti o, bütün bunları. Ayrıca nasıl yendim ama Nuri’yi?

Esengül: Bağırma, bağırma geldim, ne bu halin Nuri? Gene kumardan geliyorsun, değil mi?
Nuri: Sana ne lan? Hem ben ikimizin geleceği için kumar oynuyorum, doğacak çocuklarımız için kumar oynuyorum.
Esengül: Kumardan gelecek parayla mı büyüteceğiz çocukları? Hem ne çocuğu Nuri? Bizim çocuğumuz yok, bu bir. İkincisi, ben hamile falan da değilim.
Nuri: İşte ben az önce karar aldım. Esengül gel çocuk yapalım hadi.
Esengül: Ne çocuğu bu saatte? Hem sen çok sarhoşsun.
Nuri: Ben sarhoş falan değilim, hem sen benimle nasıl konuşuyorsun? Esengül, döverim bak seni!
Esengül: Sende de sadece laf var, icraat yok. Hep asarım keserim ama bir numaranı görmedik daha.
Nuri: Al bakalım vurabiliyor muyum? Vuramıyor muyum?
Esengül: Aman Allahım, vurdun bana! İğreniyorum senden pislik adam.
Nuri: Konuşma lan, bak geliyor bak.

Evet Nuri Efendi, sonunda bunu da yaptın. Esengül’ün güzel yüzüne vurdun, şerefsiz herif!

Esengül İntihar Ediyor

Şu ana kadar bu öykü de, hep erkekler konuştu. Bana hiç söz hakkı verilmedi. Halbuki ben de bu öykünün en önemli karakterlerinden biriyim.  Ama artık yeter! Şimdi söz hakkı benim ve ben konuşacağım. Evet Ferdi, ben seni hala seviyorum, keşke sen de bunu bilebilsen ama artık herşey için çok geç. Yaktığın ateşi söndüremedim. Ferdi şimdi diyeceksin, madem beni o kadar seviyordun, neden Nuri ile berabersin? Ondan az biraz hoşlandım galiba, ayrıca ondan tek kuruş bile almadım. Sadece hayatımın kontrolünü kaybettiğim bir dönemdi galiba ve evde kalacağım korkusuyla, Nuri’nin evlenme tekflini kabul ettim. Çok üzgünüm ve şu anda ondan nefret ediyorum, hatta iğreniyorum. Hayatıma son verirken, seni çok sevdiğimi bir kez daha söylüyorum.

EYVAH ESENGÜL NE YAPTIN? OLAMAZ YA! HİKÂYENİN SONUNU BİLMEME RAĞMEN HEYECAN BASTI, ÖLME ESENGÜL’ÜM ÖLME NE OLUR!

Nuri az biraz kendine gelmişti.

Nuri: Esengül, kusura bakma sana vurmak istememiştim. Kendimi dövmek istemiştim o anda. Esengül… Es… Esengülllll neden cevap vermiyorsun? Hem bu ilaçlar ne? Yoksa intihar mı ettin? Hep benim yüzümden olamaz olamaz of! Ya ne yapacağım ben şimdi? Hastaneye götürmek lazım di mi? Of ya şimdi kim götürecek hastaneye aman be! Esengül iş çıkardın akşam akşam başıma.

Adama bak ya! Bir de kim götürecek diyor hastaneye. Adam ol da, sen götür kızı hastaneye, kız ölecek lan biraz acele et. Ah Esengül’üm, kimlere kaldın sen be bitanem?

Bir Hafta Sonra

Esengül, hastaneden çıkmıştı. Sağlığı maşallah yerinde sevgili okuyucu, merak edilecek bir şey yok. Esengül’ün intihar haberini Derin vermişti. Haberi duyar duymaz hastaneye koştum. Hastaneye girerken İlhan Perisi yanımda belirdi.

İlhan: Kız iyi durumda Ferdi, merak etme.
Ferdi: Abi sen nereden çıktın ya? Ayrıca sen sadece müzikle ilgilenmiyor muydun? Kumarhanede karşıma çıktın, şimdi de hastanede çıktın karşıma, ne iş anlamadım valla?
İlhan: Koçum ben, İlham Perisi değil İlhan Perisi’yim bunu unutma… Hadi Esengül, yukarıda seni bekliyor.

Esengül’ün yattığı odaya çıktım. Nuri sefili ve şimdilik sevgilim olan Derin odada yoktu. Hemen Esengül’ün yanına çöktüm. Gözlerim dolar gibi oldu, sıkı sıkı tuttum göz pınarlarımın su yollarını. Ağladığımı görsün istemiyordum Esengül’ün.

Ferdi: Ben hala deliyim, hala sevdalım Esengül. Sen beni unutmuş gibisin ama ben hala deliyim, hala sevdalıyım sana. Yaktığın ateşi söndüremedim Esengül, ben hala seni seviyorum, kalk ne olur! Bak, bu müzik işinden iyi para kazandım. Sen kalk, hemen evlenelim, ben bu müzik işini bırakırım ve hemen bir sahil kasabasında ev tutarız. Mutlu mesut yaşarız, olmaz mı?

Ben Başkasını Seviyorum Derin

Artık duygularım netti, intikamımı almıştım Nuri’den. Her ne kadar, şu anda Derin ile berabersem de, gönlüm Esengül’den yanaydı. Bu sevda bitebilir miydi? Bitmezmiş be sevgili okuyucu. Ben hala âşıkmışım Esengül’e! Of of ne yapacağım ben şimdi? Derin’e ne diyeceğim? Gene iki arada bir dere kaldım. Derin’in duygularını incitmeden ona her şeyi açıklamam lazımdı. O yüzden, ona bu sefer İstanbul’un gözde mekânlarında değil de, daha sıradan bir yerde buluşma teklifi ettim.

Ferdi: Karakterim icabı içi dışı bir insanım Derin.
Derin: Nereden çıktı şimdi bu Ferdi?
Ferdi: Ben başkasını seviyorum Derin.
Derin: Nasıl olur? Sen beni seviyordun hani.
Ferdi: Ben hala Esengül’e aşıkmışım, o benim ilk ve tek aşkım.
Derin: Demek öyle, sen benim gururumla oynadın Ferdi, seni abime söyleceğim.
Ferdi: Önce bir sakin ol, karşına benden daha iyileri çıkacaktır. Yaşın genç daha. Hem sen zaten doktora yapmaya yurtdışına dönmeyecek misin?
Derin: Öyle ama, ben seni çok sevmiştim be Ferdi. Depeche Mode, Lady Gaga dinlerken, seni tanıdığımdan beri Orhan Gencebay’ı, seni dinlemeye başlar oldum. Düşün yani müzikal zevkimi yerle bir etti sana olan aşkım.
Ferdi: Olmaz, benim kalbim iki aşkı birden kaldırmaz, bana fazla gelir. Derin, kusura bakma ama bu iş burada biter. Ayrıca benim gibi delikanlıya yakışmaz, iki insanla aynı anda beraber olmak. Yüreğime iyi geldin, sana her şey için çok teşekkür ederim.

Sevenler Kavuşunca Yaşamak Ne Güzel

Derin’den ayırılınca canım gerçekten çok sıkıldı. Kızı, kendi intikamıma alet etmiş gibi hissettim. Ve bu duygu yoğunluğu ile sahneye çıktım. Aslında Derin’den de hoşlanmıştım ama kalbimim ilk sahibi Esengül’ü de asla aldatamazdım. Karakterime ters anlıyor musunuz?
O günkü performansım süperdi. Mutsuzluğumun etkisiyle, İlhan Perisi bir an yanımdan ayrılmadı. Bünyem ne kadar acı ve üzüntüyle dolarsa, benim motivasyonum o kadar artıyor biliyor musunuz? Bugüne kadarki en iyi performansımı sergilemeştim.

1.         Kadınım
2.         Beni Böyle Sev Seveceksen
3.         Aramam
4.         Unutamadım
5.         Çikita Muz ( Yoğun İzleyici Talebi sebebiyle )
6.         Büyümeyen Bebeksin
7.         Batsın Bu Dünya

Kendi parçalarımın hiç birini okumadım, hep sevdiğim şarkıları söyledim. Gecenin ilerleyen saatlerinde Cengiz Kurtoğlu saati yapıp üst üste Cengiz Abi’nin parçalarını bile söyledim.

Kulisime doğru giderken bir anda onu gördüm. Gözlerime inanamadım, Esengül son sürat bana doğru koşuyordu. Acaba bana mı doğru koşuyordu? Kendimden şüphe ettim bir an! Sağıma soluma bile baktım. EVET EVET BANA DOĞRU KOŞUYORDU ESENGÜL, İNANILMAZ AMA GERÇEK. Ve o, bana doğru koşarken. İlhan Perisi bize şu parçayı çalıyordu:


Esengül: Ferdi, Ferdi sana geldim aşkım. Derin herbşeyi anlattı bana. Az önce ayrıldım Nuri’den. Ben de seni hala seviyorum.
Ferdi: Aşkım benim…

Kabul edin, siz de hikayenin sonunun böyle biteceğini biliyordunuz. Ama hikaye buraya gelene ne kadar nasıl acılar çektik, hüzne boğulduk, art arda sigaralar yaktık değil mi? Ne demiş Orhan Baba:


Az önce, yıldırım nikahı ile hayatlarımızı sonsuza kadar birleştirdik. Efsane aşıklar arasındaki yerimizi aldık. Geri kalan karakterlere ne olmuş, isterseniz bir de onlara bakalım..

Nuri Bazman, bütün servetini yitirmişti. Alkolle ile mücadele ediyor, boşta kalan vakitlerinde ise boşta gezenin boş kalfası olarak çalışıyor.
Derin Bazman ise, Londra’ya yerleşti. Burada bir İngiliz ile hayatını birleştirdi. Abisini hiç aramıyor. Arada beni Facebook’tan dürtüyor ve mesaj atıyor.

Ve bir hikâyenin daha sonuna geldik. Benim bu acı dolu hikâyemi okuyan, benimle hüzünlenen sevgili dostlara müjdeli bir haberim var. Ferdi Orhan, “Rüyalar Gerçek Olsa” adlı concept albümüm yakında sizlerle olacak. Şair, yazar, yönetmen ve heykeltıraş Tuna Kiremitçi’nin hazırlayacağı bir albüm ile yakında karşınızda olacağım. Beni izlemeye devam edin.

-SON-

Can Öktemer

2 Şubat 2012 Perşembe

Müge Dalar: 'Nijerya’daki mücadele bin yıllık...'

Nijerya için 2011 yılının sessizliği, radikal örgüt Boko Haram tarafından, Ağustos ayında BM binasına ve Noel'de kiliselere düzenlenen saldırılar ardında 125’e yakın ölü bırakmasıyla bozuldu. 20 Ocak’ta da Nijerya’nın kuzey batısında yer alan Kano’da gerçekleşen eş zamanlı bombalı saldırılar 200’e yakın insan ölmesine sebep oldu. Bu saldırı, örgütün 2009 yılında gerçekleştirdiği ve 700’den fazla kişinin yaşamını yitirdiği saldırıdan sonra ikinci en kanlı saldırı oldu. Afrika’nın en kalabalık ülkesinde şiddet iyice tırmanırken, Nijerya’da neler olup bittiğini öğrenmek için, biz de Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nden (AÇAUM) araştırmacı Müge Dalar’la konuştuk. 

  
Boko Haram ne zaman kuruldu? Kuruluş amacı ve hedefleri nedir?
Boko Haram, Hausa dilinde “Animist, Batı tarzı ya da İslami olmayan eğitim günahtır” anlamına geliyor. Resmi adı Sünnet ve Cihadın Yayılmasına Adanmış İnsanlar anlamına gelen örgüt, 2002 yılında Muhammed Yusuf tarafından kuruldu. Yusuf, öncelikle bir dini eğitim kompleksi kurdu ve pek çok fakir aile çocuklarını bu okula gönderdi. Bu okulda hedef, örgütün Nijerya’da Batı’nın dayattığı demokrasinin yıkılarak, ülkenin şeriatla yönetilmesi amacı için mücahit yetiştirmekti. 2004 yılında, “Afganistan” adında bir askeri üs kurarak çevre karakollara saldırılar düzenlemeye başladılar. En belirgin özellikleri, motosikletli tetikçi ve bombacılar kullanmaları. Özellikle polis karakollarını, devlet binalarını, göçmen bürolarını, politikacıları ve diğer geleneklerden gelen Müslüman din adamlarını hedef alıyorlar.

2009 yılında yaşanan büyük çatışmada örgüt lideri Muhammed Yusuf polis tarafından öldürülmüş ve cesedi televizyonda gösterilmişti. Hükümet de örgütün bitirildiğini açıkladı. Ancak 2010 yılının son aylarında bir hapishaneyi basarak örgüt üyelerini serbest bıraktılar ve bu tarihten itibaren de saldırıların sıklığı arttı.

Nijerya’da yaşanan bu dini çatışmanın bir geçmişi var mı? Örneğin Devlet Başkanı Goodluck Jonathan’ın Hıristiyan olması bu çatışmaların bir etmeni mi?
Çatışmaların yoğun olarak yaşandığı bölgeye bakıldığında kronik fakirlik, burada da karşımıza bir veri olarak çıkıyor. 250’den fazla etnik grubun bir arada yaşadığı ülkede bu bölünmüşlüğe bir de İslamiyet ve Hıristiyanlık arasındaki kesin ayrım da eklendiğinde fakirliği ortadan kaldırmaya ve sosyo-ekonomik çıkar elde etmeye yönelik her çatışma, dini bir nitelik kazanıyor.

Nijerya’da Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasındaki çatışmaların bu kadar derinleşmesinde rol oynayan en önemli faktörün temelleri ise sömürgecilik döneminde yatıyor, Afrika’nın her yerinde bugün de etkisini gösteren hemen her sorunda olduğu gibi. Bugün Nijerya nüfusunun %50’si Müslüman ve ağırlıklı olarak ülkenin kuzey eyaletlerinde yaşıyorlar. Hıristiyanlar ise ülke nüfusunun %40’ının teşkil ediyor ve çoğunlukla güney eyaletlerde yaşıyorlar. Kırılma ise 1903 yılında Nijerya, Nijer ve Güney Kamerun’u kapsayan Sokoto Halifeliği’nin İngiliz sömürge yönetimine girişi. Bu tarihten itibaren İslamiyet, sömürgeciliğe ve Batı’ya direnişin bir simgesi haline geldi. Sömürge yönetiminin dağılmasından sonra da Müslümanlar siyasal hayata egemen oldular. Nijerya Anayasası’nda yer alan devlet başkanlığının her dönem Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında el değiştirmesini öngören maddesi hiç uygulanmadı. Ülkenin ilk Hıristiyan Devlet Başkanı, önceki başkan Yar’adua’nın ölümünün ardından göreve gelen ve seçimle de yerini sağlamlaştıran Goodluck Jonathan. Bu gelişme de ülkedeki siyasi dengeleri sarstı. Diğer yandan, Jonathan’ın arkasında önemli ölçüde hem iç hem de dış destek de var. Jonathan yönetimi en başından beri ABD ile sıkı ilişkiler tesis etti. Jonathan aynı zamanda ülkenin petrol zengini Nijer Deltası bölgesinden. Bu da arkasındaki önemli iç desteğin kaynağı. Kısacası, Nijerya’daki mücadele bin yıllık bir mücadele, yeni olan bunun dini görüntüsünün ön plana çıkarılması.

Nijerya, aynı zamanda petrol ve doğalgaz açısından da zengin bir ülke. Enerji kaynakları, bu yaşanan vahşetin bir sebebi mi?
Petrolü, doğalgazı ve 2008 yılında uygulamaya koyduğu ekonomik reformlarıyla Nijerya bugün Sahra-altı Afrika’nın en hızlı büyüyen ekonomilerinden birisi. Dolayısıyla uluslararası sisteme tam olarak eklemlenmesi beklenen Nijerya’nın adı, bu sistemle taban tabana zıt radikal bir hareketle anılıyor. Bu da resimdeki bir ayrıntının olduğundan daha büyük algılanmasına neden olabiliyor. Diğer yandan Nijerya, ABD’nin en büyük petrol sağlayıcılarından biri. Bu bağlamda ABD’nin çıkarlarına yönelik doğrudan bir saldırı gerçekleştirmeyen örgütün, ABD çıkarlarına tehdit ilan edilmesi de bir nebze olsun anlam kazanıyor. Kasım ayında ABD Kongresi’ne sunulan raporda Amerikan çıkarlarına ve topraklarına bir tehdit olarak ilan edilen Boko Haram’ın, El-Kaide ile işbirliğine uygun olduğu vurgulandı. Boko Haram’ın El-Kaide ile söylemsel düzeyde sınırlı bir benzerliği olsa da bir bağı yok. Buna rağmen, ABD’nin her türlü aşırı İslamcı hareketi bir tehdit olarak algılama refleksi herkesin malumu

Geçtiğimiz yıl Sudan referandumla bölünmüştü. Sudan’dan farklı olarak, barışçıl olmasa da, Nijerya’da aynı yoldan gidebilir mi?
Ülkedeki etnik bölünmüşlüğün yarattığı siyasi gerilimin azaltmak için 1996 yılında ülkedeki eyalet sayısı 16’dan 36’ya yükseltildi ve eyaletlerin özerkliğine varan hukuki gelişmeler yaşandı. Bunun üzerine, kuzeydeki Müslüman eyaletler birbiri ardına şeriat ilan etmeye başladı ve 2001 yılı itibarıyla şeriatla yönetilen eyalet sayısı 12’ye yükseldi. Bir yandan da Müslüman kuzey eyaletlerin kendi aralarında bir birlik arayışına girmeleri de söz konusu. Bu durum da Hıristiyan güneyin ayrılıkçı taleplerini arttırdı ve politikalar dinle harmanlanmaya başladı. Dolayısıyla ayrılma talepleri giderek daha fazla dillendirilir oldu. Diğer yandan Wikileaks belgelerinde 2015 yılında Nijerya’nın bölüneceğinden söz ediliyordu. Ancak Nijerya gibi dev bir ekonominin bölünmesi barışçıl yollardan olmayacaktır.

Orta Doğu ve Mağripler, devrimci bir dalgayla sarsılırken, altında kalan coğrafya çatışmalar ve diktatörlüklerle yaşamaya devam ediyor. Arap Devrimleri’nin Afrika’nın geriye kalanını etkilemesini bekliyor musunuz?
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan gelişmeler, Sahra-altı Afrika’da da yankı buldu. Zimbabwe, Uganda, Cibuti, Kamerun ve Sudan gibi ülkelerde halk, sokaklara döküldü, ancak bakıldığında bu hareketler geniş halk kitlelerine yayılmadı. Kuzey Afrika ile Sahra-altı Afrika ülkelerinin büyük yapısal farklılıkları olduğu muhakkak. Gelişmişlik düzeyi, okuma-yazma oranı, etnik ve dini yapı büyük farklılıklar arz ediyor. Diğer yandan internet kullanım oranları da Kuzey Afrika ile kıyaslandığında oldukça düşük, dolayısıyla özellikle Mısır isyanında büyük rol oynayan sosyal paylaşım sitelerinin Sahra-altı Afrika'da bu tarz bir rol oynaması mümkün görünmüyor. Bu bağlamda, benim kişisel görüşüm Arap Baharı’nın Sahra-altı’nda geniş halk kitlelerine yayılmayacağı yönünde. Ama gündelik siyasetin dilini dönüştürdüğü muhakkak. Halk reform isteği ile sokağa dökülebiliyor, devrilmekten korkan yönetimler de buna ya vaatle ya da baskıyla karşılık veriyor. Sudan bunun açık bir örneği. Nüfusunun %70’inden fazlası Arap olan ülkede öğrenci gösterilerinin yaşandığı Hartum Üniversitesi’nde eğitime süresiz olarak ara verildi. Dolayısıyla devrimler eğer Sahra-altı Afrika’ya yayılacaksa, zaten Devlet Başkanı Ömer el-Beşir üzerinde ağır uluslararası baskı bulunan Sudan’ın bir geçiş yolu olabileceği tahmin edilebilir. 

Sevag Beşiktaşlıyan 

Bu röportajın kısaltılmış versiyonu, 26 Ocak-1 Şubat tarihli Agos gazetesinde yayınlandı.

Agos Sansürünün Geri Alınması Bir Kazanım mı?

Geçtiğimiz günlerde Agos gazetesinin internet sitesine, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullardan girişin engellendiği ortaya çıktı. Bu keyfi uygulama sebebiyle Agos dava açmaya hazırlanırken, Türk Telekom içerik filtreleme sisteminin Agos’un internet sitesini yanlışlıkla “kişisel web siteleri ve bloglar” olarak kategorize edip otomatik olarak blokladığını duyurdu ve erişim sorunun giderildiğini açıkladı.

Türk Telekom’un açıklamasında filtreleme sisteminin site kategorizasyonunu nasıl yaptığı teknik bilgisi olmayanlar için muğlakta kalacak şekilde yazılmış. Yine de açıklamada değinilen kavramlar üzerine biraz konuşmakta yarar var. İnternet sitelerinin kategorizasyonu, bilgi teknolojileri alanının şu andaki sıcak konularından birisi. Bu kategorizasyon, internet sitesi önermek, kötü niyetli (virus yayan vb.) internet sitelerini bulmak, şirketlerde “zamanı verimli kullanma ve sakıncalı siteleri engelleme” gibi sebeplerle eğlencelik siteleri bloklamak gibi çeşitli amaçlar için kullanılır. Bu iş için çok farklı yöntemler kullanılabilir: örneğin web sitesinin hangi formatta saklandığını kontrol etmek, belirli kelimelerin kullanılma sayısı ve şekillerinden bir sitedeki yazıların haber (gazete olma olasığı yüksek site) veya yorum (blog olma olasığı yüksek site) amaçlı olduğunu tahmin etmek ya da sitede kullanılan resimleri işleyerek pornografik içeriği belirlemek gibi. Elbette ki milyonlarca internet sitesinin kagetorilere ayrıştırılması gibi kapsamlı bir problemi %100 başarıyla çözmek imkansız, algoritmaların hatalarının olması kaçınılmaz.


Bununla birlikte bu tür sistemler şüpheci yaklaşılması gereken noktalar da barındırıyor. Örneğin bu sistemdeki kategoriler nelerdir ve hangilerinin bloklanmasına karar verilmiştir? Devlet, teknoloji ile gençlerin “pırıl pırıl zihinlerinin” resmi söylemler haricinde kirletilmemesi için Türkiye’nin karanlık tarihini ortaya seren, homofobi karşıtı ve “Türk” “aile” yapısına aykırı sitelerin bloklanmasını istemekte midir? Bu siteleri kategorize etmek için Ermeni, Haydar veya (daha önce TİB’in kullandığı gibi) Adrianne Curry gibi “sakıncalı” anahtar kelimeler kullanılıyor olabilir mi? Türk Telekom’un Agos’u bu çeşit bir kategori yerine kişisel site ve blog olarak sınıflandırdığına dair açıklamasına, devletler ve şirketler asla yalan söylemeyeceği için (!), gözü kapalı inanmalıyız, elbette ki. Yine de bu filtreleme sisteminin benzer siteleri “pis” site kapsamında engellemiş olma ihtimalini göz önünde tutmakta fayda var.

Öte yandan gazete sansürü üzerine giriştiğimiz bütün bu teknik detaylar ve çoğumuzun hafta boyunca yaptığı yasaklamanın sınırlarını sorgulamalar, ne yazık ki, sadece soruna yanlış yönden bakmaktan ibaret. Belki de tepemizde bizler adına, bizlerin iyiliğini düşünen yüce ve soyut tüzellikleri kanıksadığımız içindir; sansürün varlığından ziyade sansürün neye karşı yapılıp yapılamaması üzerine konuşuyor ve sansürcünün zihniyetine ortak oluyoruz. Kişisel özgürlüklerin teknoloji aracılığıyla bizim ülkemizden daha “verimli” ve “etkili” ihlal edilebildiği ABD’de bile şirketlere dost, yaratıcılığa düşman SOPA yasası geri çekilirken, kendimize şunu sormamız gerekiyor: Türkiye’de internet ve entelektüel haklara getirilen mümkün olan neredeyse tüm yasaklarına sahipken, otoritenin bu küçük geri adımı (ya da lütfu) ne kadar büyük bir kazanımdır?

Sertan Şentürk 

Bu yazı, 29 Ocak günü Agos Web'de yayınlandı.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Beni Böyle Sev Seveceksen (V)

Ferdi Yeni Bir Aşka Yelken Açıyor

Her geçen gün artan şöhretim sebebiyle, İstanbul’un ünlü gazinolarından bana teklifler yağıyordu. Ben de, şimdi burada ismi reklam olur diye veremeyeceğim, İstanbul’un en ünlü gazinolarından birinde, her Cumartesi konserler vermeye başlamıştım. Her hafta konserime yığınla insan geliyordu, bütün İstanbul beni dinlemeye gelmiş gibiydi. Kalabalığın arasında, ön sıralarda her hafta yerini alan bir kadın vardı. Kadın bende öyle bir alışkanlık yapmıştı ki, sahneye çıkar çıkmaz gözlerim ilk onu aramaya başlamıştı. Açıkçası Esengül’den sonra bir başkasında hoşlanacağımdan pek emin değildim. Kalbime kalın kilitler vurmuştum, kimsenin oraya girmesine izin vermiyordum. Ama her hafta gözleriminin içine bakarak şarkı söylediğim kadından giderek hoşlanmaya başlamıştım. Bir hafta konser bitiminde bu isimsiz güzel, kulisime geldi. Olaylar bundan sonra şöyle gelişti:

Derin Bazman: Merhaba, Ferdi Bey imzanızı alıp sizinle fotoğraf çektirebilir miyiz?
Ferdi: Ne demek! İsminizi alabilir miyim?
Derin: Derin Bazman…

İşte o an kaderin ağlarını ördüğünü hissetim. Baş düşmanım Nuri Bazman’ın kız kardeşi Derin Bazman benden hoşlanıyordu. İşin kötüsü, ben de ondan hoşlanıyordum. Ne olacaktı böyle?

Ferdi: Derin Hanım, sizinle bir gece yemek yemek isterim. Sizin için bir mahsuru yoksa tabi…
Derin: Benim için hiçbir zaman mahsuru olmaz. Size telefonumu, Twitter adresimi ve Facebook adresimi vereyim. Oradan iletişime geçelim olur mu?
Ferdi: Tabii ki, kendinize iyi bakın. En kısa zamanda görüşmek üzere.

Az önce Derin ile yakınlaşmamızın altında, sakın intikam duygusu aramayın! Galiba Derin Bazman’dan hoşlanmaya başlıyordum, acaba o ne düşünüyordu? Bizim, Nuri Bazman ve Esengül ile yaşadığımız olaylardan haberi var mıydı? Konser sonrası, evime geldiğimde onu hemen aramak istedim ama buna şimdilik gerek olmadığına karar verdim. Onu önce Twitter’dan takip etmeye başladım. Sonra da, Facebook’tan ekleme talebi gönderdim. Derin ekleme taleplerime aynı hızla cevap verdi. Birkaç saat internet üzerinden sohbet ettik ve Pazartesi günü buluşmak üzere söyleştik. Uzun süreden beri hiç bu kadar mutlu olmamıştım ve hemen Derin’e beste yapmak üzere sazımı elime aldım. İlhan Perisi ortalarda gözükmüyordu, görünen o ki, bestemi tek başıma yapmak zorundaydım. Fakat bir türlü besteyi bitiremiyordum; daha da kötüsü, yapmaya çalıştıklarım da çok kötüydü. Bütün müzikal yeteneklerim İlhan Perisi’ne mi bağlıydı yoksa?  Derken her zamanki gibi en saçma zamanda İlhan Perisi belirdi:

İlhan: Şunu unutma, eğer bir sanatçı gerçekten acı çekmiyorsa, ondan güçlü sanatsal ürünler beklemek hayalcilik olur.
Ferdi: Ya abi, ne alakası var ya? İnsan mutlu olduğu zamanda iyi parçalar yazabilir.
İlhan: Valla, ben Mutluluk Perisi değilim, Mutsuzluğun Perisiyim. Şu andan sonra benden yardım bekleme! Mutsuz olduğun her an yanındayım ama bunu unutma.
Ferdi: Nasıl ya! Haksızlık ama bu! Ben bundan sonra ne yapacağım peki?
İlhan: Sende o müzikal cevher var evlat. Vasat şarkılar yaparsın bundan sonra, sorun olmaz. Şimdilik ben kaçıyorum, şunu tekrar belirteyim, ne zaman yardıma ihtiyacın olursa yanına geleceğim.
Ferdi: Aslında, pek mutlu olduğum söylenemez. Neden böyle yaptın ki?
İlhan: Tabi tabi… Gayet mutlusun işte. Pis mutlu! Ben mutsuzların yanındayım. Ben mutsuz bir İlhan Perisiyim, tamam mı?
Ferdi: Ana, adam beni kıskandı iyi mi?

İlhan Perim’in şok açıklamalarından sonra, ilk başta ne yapacağımı bilemedim. Ama şunu biliyordum, bende müzikal yetenek var. Onsuz da parçalar yazabilirim ya da direkt müziği bırakabilirim şu anda. Onu bilemedim işte. Her neyse, asıl şu aşk meşk meselelerini çözmem lazım, bir de gerçekten mutlu olup olmadığımı…

Pazartesi gecesi, Derin ile İstanbul’un en gözde lokantalarından birinde yemek yemek için buluştuk. Derin, bütün şıklığı ve güzelliğiyle karşımdaydı. Bu kadın gerçekten çok güzel ya! Hiç abisine çekmemiş. Yemek siparişlerimizi verdikten sonra koyu bir sohbete başladık.

Ferdi: Neler yapıyorsun? Bana biraz kendinden bahset.
Derin: Şu sıralar eğitimim ile meşgulum. Londra’da moda üzerine yüksek lisans yapıyorum, kısa bir süre için buradayım.
Ferdi: Anladım, kesin dönüş olmayacak galiba.
Derin: Bilmiyorum, siz neler yapıyorsunuz?
Ferdi: Bende işte konserdir, dizidir falan öyle takılıyorum.
Derin: Ne güzel bir hayatınız var.
Ferdi: Uzaktan güzel gözüküyor, fakat hep yalnızık var sonunda.
Derin: Evet, sanatçıların trajik durumu. Bu arada, ben arkadaşlarımın arasında açık sözlülüğüm ile tanınırım ve size direkt “ seni seviyorum Ferdi” diyorum, siz ne diyorsunuz?

Derin gerçekten de açıksözlüymüş ama şimdi ne olacak? Acaba abisi ile olan durumumu biliyor mu? Ne yapayım sevgili okuyucu? Konuyu artık açsam mı?

Derin: Suskunluğunuzun sebebini biliyorum, Ferdi. Abim ile yaşadığınız durumu gayet iyi biliyorum. Sizi temin ederim ki, bu olay beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Beni siz ilgilendiriyorsunuz. Sizi ilk gördüğümden beri tutkunum size.

İnanılmaz değil mi? Gel de şimdi aşık olma.

Ferdi: Evet Derin zamanında abin ve eşiyle aramızda tatsız durumlar oldu. Ben de önümüze bakmaktan tarafım, hayat kısa ve böyle şaçma şeylere harcanmayacak kadar değerli. Ben de seni seviyorum.

Evet direkt itiraf ettim. Oh be! Şimdi mutluydum ama kalbim yine kırıktı. Kalbimi o kadar tıka basa Esengül ile doldurmuşum ki, kapasitesi yeni bir aşkı almıyor artık. Yemeğimizi bitirdikten sonra, Esengül ile bir diskoteğe gitmeye karar vermiştik. Elbette bu da daha önce bahsettiğim mekânlar gibi İstanbul’un gözde gece kulüplerinden biriydi.

Esengül ve Ferdi Orhan Yıllar Sonra Karşılaşıyorlar

Mekândan içeri girer girmez, hayranlarım tarafından etrafım sarıldı. Hepsine imza dağıtıp onlar ile fotoğraf çektirdim.  Derin ile çok havalı bir şekilde içeri girdik. Ama o da ne? Nuri Bazman ve Esengül Bazman da orada. Lanet olsun, keşke bu kadar gözde bir mekâna gelmeseydik! Muhallebeciye gitseydik keşke! Şimdi buradan dönmek de olmaz. Esengül’e göz ucuyla baktım gözaltları çökmüştü, duyduklarım doğruydu demek ki. Esengül kendisini alkole vermişti. Kocası olacak Nuri ise kendini eğlenceye vermiş ve şirketlerinin de hali hiç de içler açısı değildi. Nuri, kumarda büyük miktarlarda para kaybediyordu. Fakat mekânda hiç de öyle davranmıyordu. En az Tony Montana kadar itici ve görgüsüz bir şekilde dans ediyor, etrafa para saçıyordu. Bizim mekâna girmemiz ile kalabalığın bize olan ilgisiyle bir anda arkasını dönüp bizi el ele gördü. Esengül sarhoşluğun verdiği tepkisizlikle bizi farketmedi.

Nuri: Derin, bu arabeskçi müsvettesinin yanında ne arıyorsun sen?
Derin: Ne var abi? Sevgilim ile bara geldim, bu seni hiç ilgilendirmez!
Nuri: Herkesle, her yere gidebilirsin ama bu adamla hiçbir yere gidemezsin. Çabuk bırak şu adamın elini!
Ferdi: Hop hop! Orada dur bakalım, önce benimle konuşurken şu, bu diyemezsin. Aklını alırım senin.

Esengül ortalığın hararetlenmeye başladığını görünce, kendine gelmeye başladı. Beni karşısında görünce kısa süreli şok geçirdiyse de, bunu hiç çaktırmamaya çalıştı. Benimle göz göze gelmeye çalışarak, Nuri’yi sakinleştirmeye çalıştı.

Esengül: Dur Nuri! Bulaşma onlara.
Nuri: Sen karışma Esengül! Derin yürü, eve gidiyoruz! Bütün bu olanların hesabını vereceksin.
Derin: Hayır abi, seninle gelmiyorum! Ben yetişkin bir kadınım.
Nuri: Bir de abiye karşı geliyor. Yürü dedim sana, terbiyesiz! Temiz bir dayağı hak ettin.

Nuri’nin Derin’e el kaldırması, beni çileden çıkarmıştı. Hemen duruma müdahale ettim.

Ferdi: İndir o kolu birader!
Nuri: İndirmezsem, ne olur lan?
Ferdi: Aha bu olur!

Nuri alçağının kolunu öyle bir büktüm ki, gözlerinden yaş geldi.

Nuri: Acıyor lan, yapma!

Aslında o elini kırardım, ama dua etsin, Derin var yanımda. Esengül, bu kavganın daha da büyümemesi için araya girmeye sonunda karar vermişti.

Esengül: Yeter, yapmayın artık ayrılın!
Ferdi: Sen karışma, Esengül.
Nuri: Ne oluyor lan? Bütün kadınlar senin mi olsun istiyorsun? O, benim kadınım. Ona ancak ben “sen karışma“ diyebilirim.
Ferdi: Tamam lan, şov yapma! Bir an öyle şey oldum.
Nuri: Çıkışta bekle lan! Dağıtıcam senin ağzını yüzünü.
Ferdi: Gel lan burada dağıt! Gel hadi, ben formdayım, gel hadi, gel gel!
Nuri: Allah mısın lan?
Ferdi: Doğru konuş lan benimle! Bak, çok fena olacak.
Nuri: Kız kardeşimin peşini bırakacaksın. Ne kadar para istiyorsun onu bırakmak için? Söyle!
Ferdi: Lan sen herkesi yanındaki mi zannediyorsun? Beni, hele kardeşini paranla satın alamazsın. Ayrıca benim de artık param var.
Esengül: Gidelim buradan Nuri, ne olur?
Ferdi: Yürü Derin, biz de gidiyoruz.
Nuri: Hayır, Derin biz gidiyoruz ve sen de bizle geliyorsun.
Ferdi: Önce ben söyledim.
Nuri: Öncelik değil, kan bağı önemli koçum.
Ferdi: Lan bak, akıllı konuş!

Derin, olayın daha da büyümemesi için, abisi ile evine döndü. Ben ise hemen zor günler ve saatlerin dostu Hido’yu aradım. Hido benim meşhur olmamdan sonra, benim fahri menajerliğimi üstlendi. Bütün ısrarlarıma rağmen benim evime taşınmayı kabul etmedi. Hido, birkaç saat sonra, her geceyarısı buluşmalarımızda olduğu gibi, sağ elinde içi bira dolu siyah poşet, sol elinde biranın yanında gidecek çerez ve çekirdek ile kapımda belirdi. Bu sırada, Bazmanların evinde kazan kaynamaya başlamıştı.

Nuri sırayla önce Derin’e, sonra da Esengül’e bağırıyordu.

Nuri: Nasıl böyle bir şeyi yaparsın Derin? Sen de hiç mi onur yok?
Derin: Abi seviyorum Ferdi’yi, ne yapayım? Sen kavgalısın diye ben de mi kavgalı olmak zorundayım onunla?
Nuri: Git Murat Boz’u sev, ne bileyim Serdar Ortaç’a aşık ol ama arabeskçiye aşık olmak nedir? Bizim ailenin bir duruşu var. Yarın ayrılık kararını Ferdi’ye bildiriyorsun, yoksa gebertirim ikinizi de!
Derin: Hayır abi, böyle bir şey olmayacak ve mutluluğumuza engel olmayacaksın.
Nuri: Derin doğru odana git, elimden bir kaza çıkacak. Gördün mü ya kızın yaptığını? Ne Ferdi Orhan’mış arkadaş! Sen bile onu unutana kadar ne ızdıraplar çektik. Gerçi sen de onu pek unutmuşa benzemiyorsun. Hergün tükettiğin alkol miktarına bakarsak, bunlar mutluluk alkolü olmasa gerek.
Esengül: Karışma bana, Nuri.
Nuri: Ne haliniz varsa görün, ben yatmaya gidiyorum.

Bazmanlar İmparatorluğu aşk üçgeniyle sarsılmaya başlamıştı. Bizim evde ise Hido ve ben,  Derin Bazman ile ilişkimden bahsediyorduk.

Hido: Abi kadere bak ya! Bu nasıl iş anlamadım.
Ferdi: Evet Hidom, enterasan durum ama galiba ben bu kıza aşığım.
Hido: Hangisine?
Ferdi: Derin’e tabii ki.
Hido: Abi, sen Esengül’ü bu kadar kolay unutmazsın.
Ferdi: Unuttum Hido, ayrıca bir daha onun ismini işitmek istemiyorum. Duyduğuma göre Nuri Bazmanlar bazı maddi sıkıntılar çekiyorlarmış. Artık onlara son darbeyi vurmak lazım değil mi?
Hido: Evet abi, kumara da düşkünmüş bu Nuri.
Ferdi: Tamam o zaman, onu dayakla değil zekâm ve şansımla yeneceğim. Hemen bana onun kumar oynadığı yerleri bul Hido. Yarım kalan kavgamız bir şekilde noktalanmalı! Onun benden aldıklarına karşılık, onun her şeyi…

-Beşinci bölümün sonu-

Can Öktemer