14 Kasım 2014 Cuma

Derinliklerin Morluğu (2)

Mosmor (Mark2a) 

“Gillan ile Glover’ı ilk kez, Perihan ablanın dükkanında tesadüfen bulduğum ve beş sene öncesine ait Hey dergilerinin sayfalarında görmüştüm. Coverdale ve Hughes’tan önce  grupta onların olduğunu  o zaman öğrenmiştim. Geriden geliyordum ne yapayım... Pikabımız henüz yoktu ve ayrıca plaklar pahalıydı. Çarşıdaki kasetçinin plaktan kasete çektiği koleksiyonunda aranjman boldu, ama bunlardan yoktu. Çaresiz radyodaki TRT3’le idare ediyorduk. Yıl 1977’ydi. Onüç yaşındaydım ve grup tarihe karışalı birkaç ay olmuştu....”

1969 yılında Kraliyet Flarmoni Orkestrası ile Royal Albert Hall’da gerçekleştirilen bir konserde Jon Lord’un bestelerini izleyicilerle paylaşan topluluk, bir bakıma klasik müzik dinleyicisi ile rock müzik sevenleri ilginç bir sentezde buluşturmuştu. “Child in Time”ın da seslendirildiği bu konser, albüm haline getirilmesine rağmen Blackmore’u tatmin etmemişti. Kendisiyle aynı fikirleri grubun yeni solisti Gillan da paylaşıyordu ve o da sert müzik yapmak istiyordu. Böylelikle bir bakıma Jon Lord’un grupta tek başına sürdürdüğü liderliğin sonu gelmişti. Lord’un yazdığı "Concerto For Group And Orchestra"yı Londra Filarmoni Orkestrası ile kaydettiklerinde bir ilki gerçekleştiriyorlardı ama Blackmore’un tam olarak yapmak istediği bu değildi. Gitarist, 1970 yılında Led Zeppelin üçüncü albümünü çıkarmaya hazırlanıp, Black Sabbath da debut albümleri Paranoid için çalışmalarını sürdürürken, hard rock esintilerinden ve mezkûr isimlerden geri kalmak istemiyordu.
Mk2 kadrosu: Lord, Paice, Gillan, Blackmore, Glover
Fakat grup yeni kadrosuyla harikulade bir uyum da yakalamıştı. İddiasız ama çok sağlam bir tekniği olan davulcu Ian Paice ile Roger Glover çok iyi anlaşıyor, grubun soundunu özellikle konserlerde ayakta tutan iki isim oluyorlardı. Ayrıca Glover, cana yakın, kalender kişiliği ile çabuk arkadaş edinen, çevresini genişletme eğiliminde bir tipti ve sonraki yıllarda Purple’ın bazı prodüksiyonlarını üstlenecekti. Jon Lord maestroydu ve Blackmore’un istediği gibi hard rock soundunda o zamana kadar hiç bir grupta pek rastlanılmayan klavye kullanımıyla bestelere renk katıyor, eski vokalist Rod Evans’ı fersah fersah aşan sesiyle Ian Gillan adeta “Bu grubun solisti benden başkası olamaz” diyordu. Gillan, 1970’te Child in Time’daki performansıyla “Jesus Christ Superstar” adlı rock operasının yazarı Tim Rice’ın dikkatini çekecek ve Rice onu arayıp Hz. İsa rolünü teklif edecekti. Sonunda operanın bestecisi Andrew Lloyd Weber’in de bulunduğu birkaç prova sonrası stüdyo kaydında Ian Gillan bu işten alnının akıyla çıkacak, özellikle operanın Gethsname (I only want to say) bölümündeki yorumuyla devleşecekti.
Deep Purple in Rock 1970.
“Deep Purple in Rock” efsane kadroyla 1970’de çıktığında plak listelerinde hatırı sayılır bir ses getirdi. Albüm kapağında beş gencin ABD başkanlarından sonra Rushmore kayalarına suretlerini kazıdıkları bu çalışmada boş yoktu. Speed King, adı üstünde hızı simgeliyordu. Child in Time ise başta şarkıcı Mr. Scream (Gillan) olmak üzere beş müzisyenin de ayrı ayrı becerisinin damgasını taşıyordu. Lord’un orgu, Blackmore’un gitarı, Glover ve Paice’in sağlam alt yapısı ve Gillan’ın çığlıkları. Albümdeki diğer şarkılardan Bloodsucker ve Hard Lovin’ Man ise ayrı bir güzelliğe sahipti. İleriki yıllarda rock müziğin temel taşı olarak nitelendirilecek bu albüm piyasaya çıkmıştı lakin her şey bununla bitmiyordu. Nitekim onlar gibi hard rock yapan Black Sabbath, gitaristleri Iommi’nin özgün riffleriyle dikkat çekiyor, Led Zeppelin 3. albümünü çıkararak yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Gillan ve Blackmore’un öngörüleri gerçekleşmişti. Şimdi sıra ikinci albümdeydi. Yalnız önce prodüktörlerin isteğini yerine getirmek gerekiyordu. Yapımcılar radyo için 2-3 dakikalık, kısa ve akılda kalıcı bir single istiyordu. Bu amaçla stüdyoda iki arada bir derede bir zaman diliminde ortaya çıkan ve grubun da başlangıçta ciddiye almadığı “Black Night” bu dönemin ürünü oldu ve yıl içinde radyoda en çok çalınan şarkılar arasında ilk sıraları tuttu, sonraki yıllarda bazı proto-metal gruplarına ilham verdi. Tıpkı Black Sabbath’ın terminolojide albüm fuller şeklinde tabir edilen ve yer doldursun diye aynı şekilde Iommi ve Butler’ın bir kaç saatte oluşturdukları Paranoid’in bir anda radyolarda en çok bilinen ve ilgi gösterilen Sabbath şarkısı olması gibi.

1971’de çıkan “Fireball” ilki kadar bütünlüklü olmasa da sağlam parçalar içeriyordu. Bu kadroyla yapılan ilk albümdeki kadar kadar sert tonlar yoktu ama grubun tüm becerisini yansıtıyordu. Özellikle Ian Paice’in davulda, Glover’ın da bas gitarda harikalar yarattığı albüm, aynı adı taşıyan Fireball, The Mule ve Fools ile grubun altın dönemini yansıtan iyi bir çalışmaydı. Ayrıca Lord’un Fireball’daki solosu da hiç yabana atılır gibi değildi ve Deep Purple’ın diğerlerinden neden bu kadar özgün olduğunu simgeliyordu. Fakat grubun yapacağı asıl büyük iş bir sene sonra gerçekleşecekti.
Ian Gillan 1972 ve 2012
1972 yılında çıkan ve Montreux’da kaydedilen “Machine Head” birbirinden güzel yedi şarkı içeriyordu. Grubun klasikleri arasında en başta sayılacak Smoke on the Water, Highway Star, Pictures at Home, Space Trucking, bunlara ilave olarak grubun dillere destan teknik üstünlüğünü yansıtan Never Before, May be I am a Leo ve Lord ile Blackmore’un büyük müzisyenliklerini gösterdiği unutulmaz Lazy. Grup zirvedeydi artık. Her konserleri olay oluyordu ve dünyanın en gürültücü topluluğu olarak ün salmışlardı. Başlangıçta albümün ağır topu olarak bu satırların yazarı hâkirin de grubun en güzel eseri olarak nitelendirdiği Pictures of Home umuluyordu.  Fakat grup üyelerinin kaldıkları otelde, bir gün sonra konser verecekleri salonun cayır cayır yanışını seyrederken,  Blackmore’un tıngırdattığı basit bir ezgi, sonradan diğerlerini bir anda silip süpürecekti. Smoke on the Water böyle bir tesadüf eseri ortaya çıkmıştı. Grubun konser vereceği alanda daha önce Frank Zappa ve grubu sahnedeyken bir seyircinin ateşlediği maytap ortalığı tutuşturmuş ve büyük bir yangın çıkmıştı. Bu şarkıyı yazmalarına ilham veren olay buydu ve günümüze kadar bütün zamanların en çok coverlanan parçalarından biri olacaktı. Özellikle şarkının girişinde Blackmore’un kullandığı riff, sonraki yıllarda rock müzikle ilgisi olsun olmasın herkesin kulağına bir yerden aşina olabilecek kadar yaygınlaşacaktı.

1972’de Deep Purple o yıla kadar konser albümlerine pek yüz vermese de Made in Japan adında bir konser albümü çıkardı. Prodüktörlerden biri eline geçen korsan bir kaydın umulmayacak kadar temiz ve net olduğunu görünce bunu plak şirketine önermiş, onlar da grubun onayıyla bir konser albümü oluşturmuşlardı. Yıllar sonra ortaya çıkan gerçek ise daha farklıydı. Topluluk konser albümü çıkarmaya pek taraftar olmadığı için, bu kayıtları bizzat şirketin ses teknisyeni konserler sırasında gizli gizli titizlikle oluşturmuştu ve kayıtların bu kadar net olmasının sırrı buydu. Zaten Japonya’daki o konserde de stüdyo kaydından farksız bir şekilde çalıp, söylemişler, “Child in Time”da da seyircinin katılımıyla muhteşem bir ambiyans yakalamışlardı. Plak şirketi de bu albümün çıkması için baskı yapınca rock tarihinin en iyi konser albümleri arasında ilk sıralarda yer alan Made in Japan ortaya çıkmıştı.
Gillan ve Blackmore
Grubun birbiriyle uyumlu ve en güzel bestelerini ortaya çıkardığı bu dönem, tüm muhteşemliğine rağmen 1973 yılına doğru sarsıntıya uğramıştı. Beşi de çok yetenekli ve kişisel egoları da aynı oranda aşırı yüksek müzisyenler arasında bir takım sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Başrollerde ise Blackmore ve Gİllan vardı. Grubun dünyaca ünlü olmasını sağlayan besteler beş kişinin ortak çalışması gibi görünse de bu beş isimden ilk ikiyi paylaşan hep Blackmore ve Gillan’dı. Gruba katıldığı ilk yıl turnelerde Blackmore ile aynı odayı paylaşan Gillan’la gitarist arasında başlangıçta su sızmıyordu. Fakat Gillan’ın iki yıl gibi kısa bir sürede rock müziğin en iyi birkaç sesi arasında sayılması ve fazlaca ön plana çıkması Blackmore gibi egosu yüksek ve kendini topluluğun lideri sayan biri için rahatsızlık vericiydi. Grubun davulcusu Paice sonraki yıllarda o dönem için şöyle söylemişti: “Ritchie kimi zaman dünyanın en kolay adamıydı, istediğinizi yaptırabilirdiniz. Fakat inadı tuttu mu da her şeyi mahvedebilecek bir tipti.” Şüphesiz bunlar doğru sözlerdi. Fakat Gillan’ın da kabahatleri vardı. Ortaklaşa aklın oluşturduğu ilk üç muhteşem albümden sonra yeni albümün stüdyo kayıtları sırasında garip bir isteğe kapılmıştı. Grubun önce müziği kaydetmesini, kendisinin de onlardan sonra tek başına stüdyoda kayda girmek istediğini söylüyordu. Sanki Deep Purple kendisinin şahsi orkestrasıydı. Bu saçma istek, gariptir Blackmore dışındakileri kızdırmasa da gitaristi haklı olarak küplere bindirmiş, en kısa zamanda Gillan’ın ipini çekmek için gün saymaya başlamasına yol açmıştı.
Roger Glover, Rainbow yıllarında.
Topluluğun bu kadroyla yaptığı dördüncü ve son albüm olan Who Do We Think We Are, önceki muhteşem örneklere nazaran biraz tatsız tuzsuz bir çalışma olmuş, fakat yine de grubun şöhreti nedeniyle plak listelerinde üst sıralara tırmanmıştı. Eserler her zaman olduğu gibi katkı sırasıyla Ritchie Blackmore, Ian Gillan, Roger Glover, Jon Lord ve Ian Paice’a aitti ama albümün şanını kurtaran yegane yapıt "Woman from Tokyo"ydu. Nihayet Japonya’da yapılan bir konser sonrası Ian Gillan daha fazla baskıya dayanamadığı gerekçesiyle topluluktan ayrıldı. Bir süre sonra onu takip eden kişi ise basçı Roger Glover oldu. Ian Gillan hem eski Episode Six’ten arkadaşıydı hem de asıl önemlisi Glover, Gillan’sız bir Purple’da gelecek göremiyordu. Elbette Glover’ın ayrılma tercihinde Gillan’a olan arkadaşlık ve vefa duygularından söz edilebilirdi ama sonraki yıllarda Glover’ın, Blackmore’un 1975’te kurduğu Rainbow’da 1979’dan 1984’e kadar yıllarca bas gitar çalması da ayrı bir gerçektir. Fakat yukarıda andığımız gibi vefa duygusu da her zaman Glover’da mevcuttu. 1976’daki Butterfly Ball projesinde Ian Gillan’a da yer vermiş, onun müzikle olan bağının kopmaması için çabalamıştı. Aynı konser dizilerinde o zamanın Deep Purple solisti Coverdale’i ve Purple’a kendi yerini doldurmak için  gelmiş olan Glenn Hughes’u da konuk edecek kadar kin tutmayan ve profesyonel bir sanatçı olduğunu göstermişti. Fakat Gillan’ın durumu gerçekten kötüydü. Sonraki yıllarda “Deep Purple benim her şeyimdi” diyecek kadar gruptaki günlerini arayacaktı.

Rock dünyasının en büyük seslerinden sayılan Gillan’ın alkol alışkanlığı topluluktan ayrıldıktan sonra daha da artmış, solo kariyerinde karşılaştığı güçlükler, özel hayatındaki mali problemler ve kurduğu grupların Deep Purple kadar başarılı olamaması bir süre müziğe ara vermesine bile yol açmıştı. Hatta rivayet odur ki aşırı alkol ve sigara yüzünden 1982’de sesini kaybetme noktasına gelecekti. Kısaca Black Sabbath’ın vokallerini üstleneceği 1983 yılına kadar geçecek on yıl Gillan için çok zor olacaktı.

Deep Purple mı? Onlar, efsanevi vokali ve basçısı olmadan yoluna yeni isimlerle devam edecekti!

Orhan Berent

Hiç yorum yok: