9 Eylül 2014 Salı

Sessiz Gemi



Mert Keskin’in ‘Muğlaklık ve Ufuk’ adlı fotoğrafı (Kaynak: http://instagram.com/p/reynScxgPw/?modal=true)
 ‘Çünkü kendimizi daima ruhumuz tarafından kuşatılmış hissetsek de, bizi çevreleyen bu ruh, sabit bir hapishane değildir; daha ziyade ruhumuzu aşmak, dışarıya ulaşmak için sürekli hamleler yaparak onunla birlikte, bir hayal kırıklığı içinde sürüklenir, etrafımızda hep, dışarıdan bir yankı değil de, içimizdeki bir titreşimin çınlaması olan ve hiç değişmeyen bir tını işitir gibiyizdir.’
Marcel Proust[i]
0. Başlarken veya başlamadan önce
Mert Keskin’in objektifinden çıkan bir kare ile karşılaştık. Bu fotoğraf karesi toz bulutları arasında beliren bir gemiden ibaret. Bizi oldukça etkileyen bu fotoğraf karesinden yola çıkarak depresif bir hal alan yaşamlarımızı tartışmaya çalışacağız.
1. Görsel Hafıza
Görsel hafıza, birbirinin aynısı olanların denkliğindeki hayatın güncelliğinde fark etmemiz gerekenleri nihayetinde eksiksiz bir biçimde paylaşır. Didaktik, kendini ezbere boğan ve hep tekrar eden makamlardan, hareketlerden azade, özgünlük ve özgürlük bahisleri için bir kaç söz etmenin imkânını sağlar. Görselliğin dijital karesinde hayatlarımızın kodları da mevcuttur. Her bir kod, her bir satır, her birim bizi bize anlatmayı üçüncü bir göz ile beraber sağlamaktadır. Sağlama alınan görülmesi gerekenler için bir yolun sağlanmasıdır. Her halükarda unutulan şeylerden, hatırlanıp bir türlü yüzleşilemeyen şeylere dair bahislerdir bunlar. Eksiğin tamamlanması için hamlelerdir bizi bize anlatmaya devam eden. Mert Keskin’in hapsettiği alan daima koştura koştura ilerlediğimiz bir zaman akışı içerisinde aslen nelerle hemhal olduğumuzu ortaya çıkartıyor.
2. Yaşam
Mert Keskin’in çektiği karede kaotik yaşamlarımızın izleri var. Ve bizler böyle bir yaşamın içinde sorgularımızı eyliyor, birbirimizi tanımaya çalışıyoruz. Olta, misina, gemi veya bildiğimiz o sabit alanda kendi kendine eyleme çabası.
3. Kurtarılmış Vesikalar
Birbirimizin hikâyelerinin hem en olmadık yerlerini, hem de en bilindik tevatürlerini birbirimize aktarabilmemiz için elde kalan yegâne ihtimallerden birisidir muktedirden kurtarılmış olan vesikalar. Hiç kimselerin ipoteğinde değil sadece kendimizi kendimize anlatabilmemiz için bir yerlerde saklı duran suretlerdir. Saklı kalan kutuların içerisinden dökülenler bazen umuttur, bazen kahırdır. Vesikalar bir nevi “hack” edilerek elde edilmiş olan hayat hikâyelerimizdir. Rutinler içerisinde ufkumuzdur o kutulardan dökülen, artık unutulmuş olan ağıtlardır. Yüzlerini hayal meyal hatırladığımız canlarımızdır, kayıpların bahsinde hiç bitmeyen, dinmeyen gözyaşıdır. Çektiğimiz cefalardır, sıla hasreti olduğu kadar, aşk acısıdır. Aşkın cennetinden, cehennemin ortasına düşmelerin teminatıdır. Bir hikâye değildir belki ama en çok ihtiyacımız olan sesleniştir.
4. Fotoğraf Karesi ve İktidar
Bazen bir fotoğraf karesinin (ya da kurtarılmış vesikalar dediğimiz şey) kendi içine bir dolu şey sığdırmakta olduğundan bahsettik. Üzerine düşündüğümüz ve yazdığımız fotoğraf karesi yaşamın neye dönüştüğünü sıradan olanın ne kadar da kendi başına bırakıldığını onca denetim ve gözetim öğesine rağmen açık etmektedir. Heyula gibi, gümbür gümbür her yandan yağıp duran devlet şiddetinin göstergesi olan pornografik ya da propagandif ya da bir anlam odağı olarak ajitatif olan suretlerden azade gerçekliği görebilmenin çabalanarak bayağı ince eleyip sık dokuyarak gerçekleşeceğini göstermektedir.
5. Renkler
Fotoğraf karesinde tek bir renk yok. Sanki bir sis var gibi. Bir olayın önünde duran bir perde gibi. Koyu bir ton. Ne denizin rengi net ne de o ufuk bildiğimiz gibi. Tıpkı ruhun kendisi gibi.
6. Ruh
Nedir ruhumuzu bu kadar rahatsız eden? Neden ufuktaki gemiyi çok net göremiyoruz? Bu kaostan bir çıkış var mıdır? Parçalanmış ve hızlanmış bir zaman ve uzamda ikamet eden insan genellikle kendi yüzünü tanımakta zorluk çekiyor. İmgelerin ve metaların satın alındığı bir çağda kendi ruhunu tanımakta zorluk çeken insan, medyatik akış, gösteri ve reklamlarla kendini kurtarmaya çalışır. İmgelerde boğulma, imgelerin ruhu alıp götürmesi… Halüsinasyonlar, kendinden geçme: Artık ne zevk, ne de gerçeklik ne de doğru ile yanlış arasında bir sınır vardır. Gösteri yaşamın kendisi haline gelmiştir. Herkes bu yaşamdan pay almaya çalışır. Sonuçta standartlaşan ifadeler, normalleşen söylemler ve tuzaklarla dolu alanlarda yapaylaşan, boş, robotlaşmış bedenler vardır.
7. Epilog
Yaşıyoruz ve soluk alıyoruz. Yaşıyoruz ve sadece görüyoruz. John Berger görme sözcüklerden önce gelmiştir, diyordu.[ii] Yaşıyoruz ama bir ihtimal yarın ne getirecek bilmeden sürüp gidiyoruz. Tek bir kare bir sürü şey söylüyor. Kayıplara karıştığı tavan arasından günümüze bir sürü şey anlatıyor. Peki, görünenin ardında yatanı görür müyüz, düşünür müyüz, tahlil eder miyiz? Suallerdeki gibi hayatın anlamı ne yandadır? Hayat nedir idrakine erer miyiz? Taşlaşmadan önce kötülüğe dibimize kadar batmadan önce, insaniyet bahsini hayatiyet için bir mesele olarak anlar mıyız? 
İlker Cihan Biner - Misak Tunçboyacı


[i] Marcel Proust, Swann’ların Tarafı, çev. Roza Hakmen, YKY Yayınları, s. 91
[ii] John Berger, Görme Biçimleri, çev. Yurdanur Salman, Metis Yayınları, s. 7

Hiç yorum yok: