16 Eylül 2014 Salı

Ahdaf Soueif: 'Mısır’da devrime karşı savaş devam ediyor'



Türkiye’de Aşkın Coğrafyası romanıyla tanınan Ahdaf Soueif, 2011 Mısır Devrimi boyunca yerinde şahitlik eden önemli isimlerden biriydi. O günleri Cairo: My City, Our Revolution [Kahire: Benim Şehrim, Bizim Devrimimiz] kitabında toplayan Soueif, iktidarının başlangıcında Müslüman Kardeşler’e destek vermişti, fakat Muhammed Mursi’nin izlediği siyasetle birlikte bu desteğini çekmiş ve darbeye sonuçlanan Müslüman Kardeşler karşıtı protestolara destek vermişti. Darbeden sonra ordu karşıtı protestolar devam ederken, Soueif, halen sokakta ve çoğunluğu genç olan eylemcilerin arasında. Bu politik tavrından yola çıkarak, Soueif’le Mısır’da devrimden bu yana yaşanan süreci konuştuk.
Ahdaf Soueif
- 2011 Devrimi’ne gün be gün şahitlik ettiniz, o günlerin ruhundan geriye ne kaldı Mısır’da? 
Şu anda çok zor zamanlardan geçiyoruz. Fakat birçok genç insan için şunu diyebilirim ki, değişim iradesi ve otoriter, ataerkil yönetim şekline itiraz halen sürüyor. Son üç senedir yaşanılan acılar, hayal kırıklıkları ve zorluklara rağmen, genel olarak insanların herkes için daha iyi bir yaşam, sosyal adalet ve insan hakları arzuları ile yapabiliriz inançlarının devam ettiğini düşünüyorum, umut ediyorum.
- Muhammed Mursi’nin başkan seçildikten sonra yaptığı ilk konuşmasının ardından yazdığınız yazıda, “Daha umutluyum” demiştiniz. Sizi umutlu yapan neydi ve sonra bu umudunuz neden kayboldu?
Haziran 2012’de, başkanlık seçimi sonrası, Muhammed Mursi’nin ona verilen desteğin yarısından fazlasının ‘isteksizce’, rejimin yeniden güç kazanmasını engellemek için son çare olarak destek verdiğini bildiğini yazmıştım. Aynı zamanda, 7 milyon insanın, Müslüman Kardeşler’in (MK) iktidara sahip olduğunda yapacaklarının tahayyülünden korktukları, en azından sevmedikleri, için ordunun adayı Ahmet Şefik’e oy verdiğini de biliyordu. Ben de Mursi’nin bu mesajı aldığını düşündüğüm için umutlu olduğumu yazdım. Konuşmasında, kendisini tüm Mısırlıların başkanı olarak gördüğünü tekrarlamıştı. Hıristiyanlardan ve kadınlardan bahsediyordu, çünkü MK’ye mensup bir lidere karşı ihtiyatlı olmak için özel sebepleri olduğunu biliyordu. Öldürülen genç insanlardan, sakat kalanlardan ve ailelerinden, özgürlükten, insan haklarından, sosyal adaletten, Mısır’ın bağımsızlığından ve çıkarlarından bahsediyordu.

- Sonrasında neler oldu? 
Daha sonra ne olduğunu ise hepimiz biliyoruz. Mursi, Mısır’ın başkanı olmaktan çok MK temsilcisi gibi davrandı. Başkan olduktan birkaç gün sonra, ağırlıklı olarak ‘İslamcı Kurucu Toplum’ oluşturmak için yeni bir anayasa yazılması amacıyla kullanacağı, kendisine olağanüstü yetkiler veren kararnameyi devreye soktu. Genellikle liyakate bakmaksızın, önemli mevkilere MK kadrolarını yerleştirdi. Mezhepsel söyleme ve eylemlere izin verdi. Daha fazla borçlanmak dışında hiçbir ekonomik plan ortaya koyamadı. Hapsetme, zorla alıkoyma ve işkenceye devam eden ve halkın düşmanı olan polis gücünü ödüllendirdi. Dolayısıyla onun çok dar ve banal bir vizyonu olduğu, partinin ileri gelenlerinin fikirleriyle sınırlandırıldığı ve Mübarek’in mirasının dağıtmak yerine devralmaya çalışmasından dolayı başarısız olduğunu söylemek adil olacaktır. Halka güvenmedi ve devrimci bir başkana dönüşmedi, hatta bunları düşünmedi bile.
- 2011 Devrimi’nin önemli siyasi grupları ve bilinen isimleri Mursi karşıtı gösterilerde de yer aldı. Bu gösterilerin yarattığı zeminle yönetime el koyan ordunun hedefinde şu anda bu gruplardan isimler var. “Devrim, kendi evlatlarını yiyor” diyebilir miyiz?
Diyemeyiz, çünkü devrimcileri ‘yiyen’ devrim değil, devrime karşı devam eden savaş. Zamanla silahların arkasındaki yüzler değişiyor, fakat 25 Ocak’tan bugüne genç aktivistleri hedef alan bu insanların hepsi ziyadesiyle devrim, demokrasi ve reform karşıtı. Her rejim değişikliğiyle birlikte bu öfke, farklı bir ‘düşman’a karşı yeniden tarif ediliyor ve meşrulaştırılıyor. Şu anda ismi, terörle savaş ve çok sayıda kurbanı var. Çünkü devlet, özel olarak Müslüman Kardeşler’e, genel olarak “teröristler”e karşı harekete geçti; bu yüzden, rejim herkesi öldürme konusunda sınırsız yetkiye sahip olduğunu düşünüyor. Fakat şu andaki İçişleri Bakanı’nın görev yaptığı Mursi yönetiminde ise düşman, “Mısır’a kastedenler”di ve Mursi, bu ifadeyle özellikle aktivistleri ima ediyordu. O noktada sokak onun şiddetini görmezlikten gelmedi.
Bu hususta sayılara bakmak çok daha iyi olacaktır. Mübarek rejimi altındaki devrimin ilk 18 gününde, 1.075 insan öldürüldü. 12 Şubat 2011’den 1 Temmuz 2012’ye kadar süren Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi döneminde, 438 kişi öldürüldü, 16.806 kişi yaralandı. 1 Temmuz 2012 ile 3 Temmuz 2013 tarihleri arasındaki Mursi döneminde, 470 insan öldürüldü, 9.228 kişi yaralandı ve 4.809 insan tutuklandı. Sisi yönetiminde, 11 Kasım 2013’e kadar 2.665 kişi öldürüldü, 3 Aralık’a kadar 15.913 insan yaralandı ve 31 Aralık’a kadar 21.317 kişi tutuklandı ve hâlâ insanlar öldürülmeye, yaralanmaya ve tutuklanmaya devam ediyor.
- Bir önceki anayasa referandumunda olduğu gibi Sisi yönetiminin anayasa referandumda da katılım bir hayli düşük çıktı. Sandığa gitmedeki bu isteksizliğin sebebi nedir?
İnsanların çoğunun ‘sandık’la hayal kırıklığına uğratıldığını düşünüyorum, özellikle gençler için son referandum çok daha fazla sandığa mesafe koydukları bir tecrübe oldu. Sayıları gittikçe artan yaşlı insanlar onların hayatlarını ve geleceklerini yönetmeye çalışıyorlar. Birçok insan, “Evet” kampanyasının sorumluluğunu yüklenmek istemedi ve gürültücülüğünden sıkıldı. Zira birçok aktivist, “Hayır” posterleri dağıtırken yakalandı ve tutuklandılar.
- Şimdi nasıl bir rejim öngörüyorsunuz?
Müslüman Kardeşler’in Özgürlük ve Adalet Partisi, halen meşru bir parti, fakat sokaklar onlara bu kadar karşıyken, nasıl seçim çalışmaları yapabileceklerini göreceğiz. Bu sebeple, MK ve devletin Mübarek dönemindeki gibi pazarlığa oturacağını ve bir anlaşmaya varacağını düşünüyorum. Çünkü devlet, bunun bir demokrasi düzeni olduğunu ispatlamak için evcil bir muhalefete gereksinim duyuyor ve MK’nin de eylem için alana ve pastadan dilime ihtiyacı var. Bence pek yakında, devletin MK’yi evcilleştireceğini göreceğiz.
Soueif, yeğeni olan ünlü muhalif blogger Alaa Abdelfettah ile birlikte
- Bu siyasi kaosun ortasında, azınlık grupların durumlarında ne gibi değişimler oldu?
30 yıllık Mübarek dönemi boyunca devlet ile Kıpti Kilisesi arasında bir çeşit anlaşma vardı. Kilise, siyasi olarak rejimi desteklerdi, karşılığında da devlet, Kilise’ye Mısırlı Kıptilerle ilgili tam yetki sahası tanırdı. Bunun Mısırlı Kıptiler arasında ayrıştırıcı bir etkisi oldu. Birçoğu, Kıptilerin sosyal ve eğitimle ilgili işlerinden alıkondu.
Devrimle birlikte birçok Kıpti, özellikle gençler, bu kısıtlamaları kırdı ve siyaseten aktif hale geldiler. Örneğin Maspiro Katliamı’nda ordu tarafından öldürülenlerin çoğunluğu Hıristiyanlardı. Fakat yine de Müslümanlarla Kıptiler coşkuyla bir araya geldiler. Toplu ibadetler ve kutlamalar, 2011’in 31 Aralık’ında Tahrir’de doruk noktasına ulaştı.
Bu, bazı nefret söylemi ve kışkırtmaya varan mezhepsel söyleme izin veren ve bunu teşvik eden Mursi yönetimiyle birlikte değişti. Kısa zaman içerisinde, kiliselerin yakıldığını ve yağmalandığını, Kıptilerin aşağılandığını ve köylerinde gitmek zorunda bırakıldıklarını gördük. Tarihinde ilk defa Kıpti Ortodoks Patriği’nin ikametgâhı olan Abbasiye’deki Kıpti Katedrali’ne güvenlik güçleri silahlar ve göz yaşartıcı bombalarla saldırdı. Bu mezhepçilik, Şii Müslümanlarını da hedefleyecek biçimde yayıldı. Kahire’ye 40 km uzaklıktaki bir köyde 4 Şii öldürüldü. Ordunun ortaya çıkışıyla şiddetli mezhepçilik son buldu. Fakat şimdi de, Kıptilerin kiliselerinde Sisi posterleri asılı ve şüpheli MK mensupları kilise bahçelerinde öldürülüyor.
Kendisini dezavantajlı olarak niteleyen tüm grupların, Tahrir’deki 18 günde ve onu izleyen birkaç ayda gün yüzüne çıktığını söylemenin doğru olacağını düşünüyorum. Mısırlı Yahudilerin Yahudi olmak üzere televizyonda konuştuklarını bile gördük. Bahailerin sorunları üzerine tartışmalar yapıldı. Kimliklerden ‘din’ hanesinin çıkarılması için güçlü bir talep vardı. Kırılgan grupların haklarının yeniden inşası için önemli hareketler oluştu. Fakat şu anda bunların hepsi askıya alınmış durumda.
 ‘Mısır kanalları, Türkiye dizilerini bile yayınlamayı durdurdu’
- Mısırlılar Türkiye hakkında ne düşünüyor, sokaklar Türkiye’ye nasıl bakıyor?
Sokağın Türkiye’ye bakışı, daha çok medya tarafından belirleniyor. Devrimden önce Türkiye çok popülerdi, siyasi ve ekonomik olarak muhteşem bir başarı öyküsü olarak görülüyordu. Mısır piyasasında Türkiye ürünleri çok iyi satılıyordu. Elbette ki, Türkiye dizileri de inanılmaz rağbet görüyordu. Ayrıca Türkiye gözde bir tatil bölgesiydi.
Devrimden sonra Türkiye popülerliğini arttırdı. Devrimi çok erken tanıdı. Başbakan Erdoğan, Mısır’a geldi ve devrim hakkında çok olumlu konuştu. Türkiye, İslamcı bir hükümetin yönetimindeki başarılı bir devlet modeli olarak görüldü. Mursi dönemi boyunca bunlar olurken, insanlar iki İslamcı hükümet arasında nasıl bağlar olduğunu ve ilişkilerin nasıl şekillendiğinden kuşkulanmaya başladılar. Mursi hükümeti popülerliğini yitirdikçe, Türkiye ve onun müttefikliğine daha çok kuşkuyla bakıldı.
Sonrasında Mısırlı aktivistler, Mursi’ye karşı protestolar düzenlerken, İstanbul’da Gezi eylemleri gerçekleşti. Müthiş bir yakınlık ve yoldaşlık hissi vardı. Kahire ve İstanbul, birbirlerini takip ediyorlar ve birbirlerinden öğreniyorlardı. Örneğin, Gezi’de bir kütüphane kuruldu. Hemen ertesinde Mısır’da da yapıldı.
Akabinde Mursi, görevden alındı ve Türkiye, bunu darbe olarak isimlendirdi. Şu anda, elbette ki, hükümetler arası ilişkiler çok kötü. Televizyon kanalları Türkiye dizilerini bile yayınlamayı durdurdu. Sokaklarda Türkiye’ye karşı öfke var. Yine de iki ülkenin gençleri, siyasi aktivizm seviyesinde birbirlerini yakından takip etmeyi sürdürüyorlar.
Emre Can Dağlıoğlu

Hiç yorum yok: