19 Haziran 2012 Salı

Cüneyt Cebenoyan: 'Kendi ülkesinin filmlerini daha çok seyreden ender ülkelerden biriyiz'

Cüneyt Cebenoyan

- Uzun yıllardan beri, sinema eleştirmenliği yapıyorsunuz. Siz genel olarak Türkiye’deki sinema eleştirmenliğini nasıl değerlendirirsiniz?
Genel olarak değerlendirmek çok zor. Bence üst düzeyde eleştirmenler var Türkiye’de. Tabii yazdıklarını hiçbir şekilde merak etmediğim eleştirmenler de var. Gazetelerin eleştiriye verdikleri yeri çok yetersiz buluyorum. Radikal ve Birgün dışında benim okuduğum gazeteler içinde sinema eleştirisine iyi bir yer ayıran gazete yok. Sinema ve Altyazı dergilerini takip ediyorum ve kendi kulvarlarında başarılı buluyorum. 

- Türkiye’de 2000’li yıllardan itibaren hem sinemada dijital teknolojinin yaygınlaşması hem de televizyon dizilerinin getirmiş olduğu bir hareketle, film üretiminin arttığını görüyoruz. Siz son dönem Türkiye sineması için neler söylemek istersiniz? Dünyada ki yerini nasıl konumlandırırsınız?
Kendi ülkesinin filmlerini daha çok seyreden ender ülkelerden biriyiz. Bu olumlu ama çok seyredilen filmlere bakınca sevinmek çok zor. “1453”e giden insan sayısına sevinmek bir yana, sinirleniyorum! Daha sanatsal işler yapmak isteyen yönetmenler finans ve dağıtım sorunlarını aşamıyorlar. Çiğdem Vitrinel Antalya’da Geriye Kalan’la en iyi yönetmen seçildi geçen yıl ama filmi hala gösterime girmedi.
Sinemamızın dünyadaki yeri çok güçlü değil. Bir ara daha çok ilgi vardı Yeni Türk Sineması adı da verilen son dönem filmlerimize. Ama bu ilgide biraz azalma var gibi. Yine de Türkiye sinemasının düzeyi fena değil kanımca. Güney Kore, İran ya da Meksika kadar değiliz ama fena da değiliz. Dünyada da çok iyi filmler çekilmiyor. Bu yıl Cannes’ın da Berlin’in de düzeyleri düşüktü.  

- Günlük hayatın bir yansıması olarak Türkiye’de milliyetçiliği,  televizyon dizilerinde ve sinema filmlerimizde sıklıkla görmekteyiz. İzlenme rekoru kıran filmlerimizin başında milliyetçiliği işleyen ve yücelten filmler başı çekiyor. Siz seyircinin bu tutumu için neler söylemek istersiniz?
12 Eylül’le başlayan, cemaatlerin çabalarıyla ve iktidarların katkılarıyla süren çabalar sonuç verdi. Milliyetçi ve muhafazakar nesiller yetişti. Milliyetçilik ilkel kimliklere sığınmak, hiçbir çaba harcamadan edinilen bir özelliğe yücelik atfetmek demek kanımca. Rahatlatıcı bir şey. Özellikle bu iktidar döneminde “elit” düşmanlığı başlığı altında aydınlar aşağılandı, aşağılanıyor. Gariptir bu çabaya liberal elitler de su taşıdılar. Elbette halktan kopuk, züppe bir aydın kesimine ihtiyacımız yok. Ama aydınların öncülüğüne de her zaman ihtiyaç var. Çoğunluk ne yazık ki çoğu zaman vasatı temsil edebiliyor. Vasat da milliyetçilikte kıvanç buluyor.

Bir de tabii, Orta Doğu'daki kanlı tablo ve bölgeye emperyalizmin korkunç müdahaleleri var. Bu tabloya ve Batı’da yeşeren İslamofobiye ve Ortadoğulu düşmanlığına karşı da bir tepki var. Bu da insanları milliyetçiliğe savurabiliyor.

- Bir dönem gerek medyanın gerek oyuncuların desteğiyle “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyasına benzer bir tutumla, seyirciyi yerli film izletmeye yönelik çabalar vardı.  Sizce sanata bu şekilde bakmak ne kadar sağlıklı? Seyircinin sadece yerli filmlere olan ilgisi ileride iyi,  kaliteli yabancı filmlerin ülkemize uğramamasına yol açar mı?
Kaliteli yabancı filmlerin önünde seyirci ilgisizliği ve sinema salonlarının tekelleşmesi gibi engeller var. “Bir Ayrılık”ı topu topu 5.000 kişi izledi! “Ömrümüzden Bir Sene”yi daha da az. Bu filmler bence geçen yılın en iyi yabancı filmleriydi. Bu rakamlarla “Fetih 1453”ün rakamları karşılaştırılınca acıklı bir tablo çıkıyor ortaya. Türkiye’de her şeyin seviyesi düşüyor. Eğitim kalitemiz dünya sıralamasında çok gerilerde yer alıyor. İnsan kalitesi çok düşük Türkiye’de. Bu bir gerçek. Yerli film izlemeye yöneltmek deyince hangi yerli film diye de sormak lazım. İyi yerli filmler iş yapmıyor ki!
  
-Türkiye’de popüler içerikli olmayan, politik duruşu olan müzik dergileri birer ikişer kapanıyor. Roll dergisi de bu dergilerden biriydi. Sizde bir dönem Roll dergisinde çalışmıştınız. Hem Roll dergisini hem de Türkiye’de ki müzik dergiciliğini nasıl yorumlarsınız. Bu bağlamda iyi müzik blogları, müzikler dergiciliğinde oluşan boşlukları kapatabilir mi?
Müzik bloglarını takip etmiyorum, bu yüzden cevap vermem güç sorunuza. Roll dergisi hem katkıda bulunduğum hem de benim de eğitim aldığım bir dergiydi.  Roll’un açıkça sol bir çizgisi vardı. İyi popüler müzikte ayrım yapmazdı. Arabesk de, az kişinin tanıdığı indie bir topluluk da yer bulabilirdi. Ciguli’yi, satmayacağını bile bile kapağına taşıyacak kadar da cüretkardı.

Roll’dan önce Ankara bazlı Müzük diye de bir dergide çalışmıştım ama o dergi kısa süreli oldu. Daha öncelerden Hey dergisi vardı tabii. Roll benzeri başka bir dergi bilmiyorum ama. Yıllar içinde satışı artmak yerine azaldı. Acıklı bir durumdu. İşin doğrusu Roll’un son dönemlerinde ben de artık sinemaya yönelmiştim ve dergiye pek katkıda bulunmuyordum. 

Can Öktemer

Hiç yorum yok: