30 Eylül 2011 Cuma

Gençlerbirliği-Ankaragücü: Bir Ankara Derbisi


25 Eylül Pazar günü, Ankara’da heyecansız bir derbi yaşandı. Heyecansız diyorum, çünkü Gençlerbirliği ve Ankaragücü’nün ligdeki pozisyonları icabı, yönetimlerindeki zafiyetleri ve bu iki Ankara takımının tarihsel rekabetsizliği, maçı sıradan bir lig maçı hüviyetine dönüştürmüş durumda. Türkiye Süper Ligi’nin bu sezonki halini biliyorsunuz. 3 Temmuz’dan evvel “ezelden beri” temiz olan ülke futbolunun üzerine şike bulutları çöktü, hem de ne çökme… Futbolun temiz yüzleri, şimdi hapishanede. Ankaragücü ve Gençlerbirliği ise şike soruşturmasının biraz uzağında kalan takımlar arasında. Elbette her iki takımdan futbolcular emniyete gidip şike dolayısıyla ifade verdiler. Özellikle Fenerbahçeli Emre Belözoğlu’nun Ankaragücü’nden Kaan Söylemezgiller’e attığı mesaj uzun süre tartışıldı.

Fakat her ne kadar şikeden iddialarından uzak kalsalar da, yönetimlerindeki zafiyetler nedeniyle lige en sorunlu başlayan takımlar arasında yer alıyorlar. Ankara’yı yaklaşık on senedir yöneten Melih Gökçek, dünyadaki futbol ülkeleri arasında başkentlerinden şampiyon çıkaramamış tek ülke olan Türkiye’de, bir ilke imza atmak için yola çıkmıştı. Önce Ankaraspor’u denedi, büyük isimler, büyük hocalar geldi ama olmadı. Sonra Ankara’nın yüzyıllık geçmişine sahip köklü kulübü ve taraftar sayısı fazla olan Ankaragücü’nü denedi. Sevgili oğlu Ahmet Gökçek bu iş için biçilmiş kaftandı. Ankaragücü hızla büyük atılımlar yaptı. Fransa ile Avrupa şampiyonluğu yaşamış Lemerre geldi takımın başına, sonra Slovak Milli Takımı’nın çok önemli futbolcuları takıma transfer edildi. Yetmedi, küme düşürülen Ankaraspor’un bütün oyuncuları hemen hemen Ankaragücü’ne geçti. Sonuç, büyük bir hüsran… Bu hazinli hikayenin sonu yönetim değişikliği ile sona erdi. Uzun yıllardır Ankara’yı “harika” belediyecilik anlayışı ile yöneten Melih Gökçek futbolu yönetmeyi becerememişti. Ankaragücü’nü büyük karmaşa bekliyordu. Bu sezon başında, Ankaragücü’ndeki yönetim karmaşası yüzünden takımdan öncelikle teknik direktör Mesut Bakkal ayrıldı, daha sonra yıldız futbolcular takımı bir bir terk etmeye başladılar. Sapara ve Vittek, Trabzonspor’a; Sestak Bursaspor’a transfer oldular. Takdir ederseniz ki, bu futbolcular Ankaragücü’nün takım omurgasında başı çekiyorlar. Mesut Bakkal’ın yerine son dakika hoca değişiklerin en önde gelen ismi Ziya Doğan getirildi. Ayrılan yıldız futbolcuların yerine ise kimse gelmedi. Sadece Mesut Bakkal döneminde disiplinsiz davranışları nedeniyle kadro dışı bırakılan Serdar Özkan ve Teo Weeks affedildi. Ziya Doğan bu tip kaotik durumlarından zaman zaman olumlu sonuçlar alabilmiştir ama ağırlıklı olarak Ziya Doğan’ın yönettiği bu kaos içinde ki takımlar sene sonu küme düşmüşlerdi.

Gençlerbirliği ise her zamanki klasiğini devam ettirmiş, takımın en iyi iki oyuncusu Mustafa Pektemek ve Orhan Şam’ı büyük takımlara kaptırmıştı. Geçmişte de aynı durum meydana gelirdi; fakat İlhan Cavcav büyüklere kaptırdıkları oyuncuların yerini kolaylıkla doldurabilirdi. Son yıllarda ise Gençlerbirliği’nde de bir istikrarsız boy göstermeye başladı. İlhan Cavcav, takımdan ayrılan bu iki yıldızın yerini doldurabilecek kimseyi almadı. Geçen sene takımın başındaki Ralf Zumdick ile yollar ayrıldı. Yerine Giray Bulak ile anlaşıldı; fakat bu anlaşma da Haziran ayında bozuldu. Yerine Belçika tecrübesi bulunan Fuat Çapa ile anlaşıldı. Eline yaş ortalaması 20 civarı olan bir kadro verildi. Bu kadroyu, ligde tutması istendi. Aslında İlhan Cavcav futbol aleminde futbolcu simsarı olarak bilinir. Zamanında 100 milyara aldığı Geremi’yi 2 milyon dolara civarı Real Madrid’e yollayabilme başarını göstermiş bir başkandan bahsediyoruz. Sıradan ve taraftarı olmayan bir Ankara takımı olan Gençlerbirliği’ni büyüklere çelme takan her sene büyük bonservis bedelleriyle birkaç oyuncusunu büyük takımlara satma becerisine getiren bir başkandan bahsediyoruz. İlhan Cavcav, o iş bitirci ticari zekasını son yıllarda biraz yitirmiş gözüküyor. Gelen giden oyuncu sayıları fazlalaşmış ve hoca istikrasızlığı hızla artmaktaydı. Geçmiş yıllarda üst sıraları zorlayabilen Gençlerbirliği son yıllarda düşmemeye oynamaya başlamıştı. Bu sezona da zaten bu beklentiyle girdi, Gençlerbirliği takımı. İlhan Cavcav sezon öncesi takımıyla ilgileneceği yerde şike davasında adı geçen takımların avukatlığını yapar hale gelmişti. Bu avukatlık ona büyük zarar verdi. Özellikle de takımına zarar vermiş gözüküyor.

Maçın oynanacağı 19 Mayıs Stadı’na doğru, sevgili dostum Emre Can ile yola koyulduk. Bizdeki derbi heyecanını çevremizde bulamıyorduk. İstanbul derbilerinde maçın başlamasından saatler öncesinde, stadın çevresinde beklenmeye başlanılır. Ankara derbisinde ise maç başladıktan sonra bile girseniz yer bulabilirsiniz. Çehresini tarihi eser titizliğinde koruyan ve git gide pas tutmaya başlayan 19 Mayıs Stadı’na girdik. Girişte artık dönmekte zorlanan turnike karşıladı bizi. Bilet sırası olmadığı için son derece rahat bir biçimde stada girdik. Üstlerimizi arayan özel güvenlik ellerimizdeki pet şişelere el koydu, ceplerimizdeki bozuklukları ise şimdi siz çekirdekte çıtlarsınız diyerek dokunmadılar. Boş tribünlerden sahayı en güzel gören yere çöreklendik.

Ev sahibi olan Gençlerbirliği’nin tribün grubu Alkaralar yerlerini almaya başlamışlardı. Gençler yönetiminin acımasızca aldığı kararla numaralı tribün bilet fiyatının 50 lira olması sebebiyle numaralı tribünün bütün çıplaklığı ile karşımızda duruyordu. Isınmalarını tamamlayan iki takımda sahaya çıkmaya başladılar. Alkaralar önce kendi takımlarını alkışlamaya çağırdılar. Sonra sahalarımızda ender değil, hiç görmeye alışkın olmadığımız bir biçimde Ankaragücü’nü de tribüne çağırdılar ve onlar lehine tezahüratta bile bulundular. Romantik futbolseverlerin bayılacağı türden bir atmosfere dönüşmüştü. Gençlerbirliği’nin taraftar yayılmacılığının ligdeki diğer takımların bu kadar geri kalmasındaki sebep biraz da bu olsa gerek. Tanıl Bora’nın da işaret ettiği gibi ana düsturu efendilik olan bir kulübün bu çağda kolay kolay kendine taraftar bulması mümkün olmasa gerek. Ankaragücü taraftarları da yerlerini aldılar. Özellikle 90’lı yıllar tezahüratı olan “Seviyoruz işte var mı diyeceğin?”i kulakları sağır edercesine söylediler.

Taraftarların romantizmi ve maça karşı heyecanları futbolculara yansımamış bir vaziyette maç başladı. Ben ve sevgili dostum Emre Can, bir bardaklık çekirdek aldık. Biliyorsunuz ki, çekirdek çıtlamadan maç izlenmez. Maç, o kadar heyecansız başladı ki, topun kaleyi bulması için bir hayli beklemek zorunda kaldık. Biz ise üstümüz başımız çekirdek pislikleri ile dolana kadar çılgınca çekirdek çitliyorduk. Derken Gençlerbirliği’nin golü geldi. Gençler’in son altyapı mamulü Soner Aydoğdu’nun biraz da Ankaragücü’nün barajının yardımıyla frikikten attığı gol ile Gençler hesabı açtı: 1-0. Sahadaki mücadele zaten yavaştı, gol ile birlikte bu yavaşlık daha da artmaya başladı. Bir tek, Ankaragücü’nün tek iyi oyuncusu Tisdell’in tek başına 10 kişiyi çalımlamaya çalışarak atmaya çalıştığı gol çabaları, bize maç izliyoruz havası veriyordu ki, Gençler tribünü bir anda karıştı. Maçtan önce methiyeler düzdüğümüz Gençler tribünde kavga bizi çok şaşırtmıştı. Bu kavga maçtan sıkılan bünyeler için ilaç niyetine geldi. Yeşil sahadan çok tribünleri izler olduk. Heyecanın hası oradaydı. Kavganın nedeni daha sonra ortaya çıktı. Alkollü bünye ile maç seyretmeye gelen isimiz alkolikler birkaç taraftara sataşmış ve ortalık bir anda karışmıştı. Maçta tempo ise git gide düşüyordu. Ziya Doğan’ın gol yese bile savunma güvenliğini bırakmayan takımı karşısında Fuat Çapa’nın tempo yapıp kontraya çıkamayan takımın maçı tatsız tuzsuz bir halde devreyi bitirmişti.

Biz ise stat ritüellerinin hepsini yapmaya yemin etmiştik bir kere. Statların her türlü malzemeden çalınmış bir şekilde pişirilen köftelerinden aldık bu sefer. Köftelerin lezzeti onun pisliği ile doğru orantılı olduğu kesindi. Maçın ikinci yarısına Gençler aynı kadro, Ankaragücü ise Serdar Özkan takviyesiyle çıkmıştı. Bir dönemin Türk futbolunun geleceği olarak gösterilen Serdar Özkan… Ankaragücü’nün bu dar kadrosuna dahi giremiyordu. Ankaragücü ikinci yarıya daha etkili başladı. Biz ise köfteden sonra  yine çekirdek yemeye başladık. Bir bardak bizi kesmemişti, çekirdekçi abiden çekirdek çuvalını satın almıştı. Bu sırada, Ankaragücü etkili gelmeye başlamıştı. Gençler ise inatla kontraya çıkamıyordu. Maçın tam böyle biteceğine kesin gözle bakılırken, Serdar Özkan anlamsız bir şekilde rakibine acımasızca tekme atarak takımını 10 kişi bıraktı. Maçı izleyen herkes Gençler hanesine üç puanı koymuştu bile. Futbol Tanrısı’nın ise çalışma stili bambaşkaydı. Oyunda her an bütün dengeler değişebilirdi, onun yardımıyla ya da canı isterse. Serbest atış kazanan Ankaragücü, Gençler kalecisi Özkan’ın da marifetiyle Rajnoch’un şutuyla skoru dengeledi: 1-1. Gecekondu tribünleri golden sonra “Seviyoruz işte var mı diyeceğin?” tezahüratını daha şiddetli söylemeye başladı. Maç da tam bu ara bitti. Ankara derbisi sessiz sedasız bir şekilde berabere bitmişti. Maç öncesi oyunun bu şekilde temposuz ve heyecansız şekilde olacağını az çok tahmin edilebiliyordu. Futbol Tanrısı’nın dokunuşunu bekleyen hayalperestler ise umutlarını bir başka derbiye bıraktılar.

Can Öktemer

Hiç yorum yok: