26 Temmuz 2011 Salı

Paşasının Romancısı

Biraz Yazar…
Nesnel tarih yazımının bir hayal olduğu ön kabulü, tarihi yazmaya çabalayan kişinin kimin gözünden geçmişe baktığı sorunsalını doğurdu. Geçmişe bakarak bugünü anlamlandırma çabasına giren; yani tarihi yazmaya çalışan kişinin hangi olguları görmezden geleceği ve hangilerini vurgulayacağıyla nasıl bir tarih yazımcılığına meylettiğini ortaya seriyor. Tuna Kiremitçi de, Cumhuriyetin kuruluş zihniyetini yeniden hatırlama ve hatırlatma iddiasıyla, merkezinde romantik bir aşk hikâyesi olan Selanik’te Sonbahar romanıyla, bu anlamlandırma çabasına Işık Paşa’nın hoşlanacağı şekilde girenlerden biri.

Tarihsel süreci, “’1923 cumhuriyeti; 80 darbesiyle felce uğratıldı, 90’lı yıllarda terör, mafya ekseninde bitkisel hayata sokuldu, 2001 kriziyle çökertildi. 2002 yılında iktidara gelenler yeni bir cumhuriyetin inşasına başladılar”[i] gibi yüzeysel bir yaklaşımla okuyarak, roman boyunca hangi okura hangi zeminden sesleneceğini açık ediyor: Zindeliğini ve ruhunu kaybettiğini düşündüğü bir gençlik kuşağına, muhtaç olduğu kudreti ve maneviyatı nerede bulacağını işaret ediyor. Bunu yaparken, müesses nizamın ezberleriyle ona çok benzeyen sol ulusalcılık arasında salınıp duruyor.    

12 Eylül’ün sebeplerinden bahsedildiğinde ortaya konan en büyük ezberlerden birisi, darbenin apolitik bir gençlik kuşağını yetiştirdiği yanlışı olduğunu görmezden gelerek hedef kitlesini hatalı seçiyor. Kemalizmin içine bir tutam muhafazakarlık katılarak ortaya konan Türk-İslam sentezi doğrultusunda gerçekleştirilmek istenen bir Kemalist restorasyon döneminden arta kalan, apolitik olmaktan ziyade devletin hassasiyetlerini bire bir taşıyan gençliği görmezden geliyor. 28 Şubat’la birlikte devlete ait imgelerin (Mustafa Kemal, bayrak vb.) kamusal alana taşınmasının hızlanması ve gençliğin, vücutlarında veya üstlerinde yaygınca taşıdıkları birer sembole dönüşmesi ise Kiremitçi için pek anlam ifade etmiyor. Bu dönemleri, enteresan bir biçimde, “1923 cumhuriyeti”ne vurulan darbeler olarak adlandıran yazarın yanılgıları bununla son bulmuyor, tabii ki.   

Tarihe bu açıdan bakan bir kişinin kaleminde duyarlılık komedyasına dönüşen Yugoslavya’nın dağılış sürecini Türkiye’nin yaşamamasının sebebini, kazanılan ulusal bilinç[ii] olarak görüyor ki, bu da Bosna Savaşı sırasında yaşanan katliamların arkasındaki dinamiklerden habersiz olduğunu gösteriyor. Benzer bir iç savaşı, Türkiye’nin yaşamadığını iddia etmekte de hiçbir beis görmeyerek, müesses nizama yakınsamasını “terör” tespitiyle bir kez daha ispatlıyor. Hatta bu konuya dair fikirlerinde, “ihanet” diye bir sınır çekip[iii], bu sınırı atlamadığı sürece, Kürtlere her türlü hakkı lütfeden “efendi” kibrinden de muzdarip.

Biraz Roman…
Kiremitçi, bu zihinsel çerçeveyi ve ezberlerini romana aynen aktarmış. Kurguya göre, Mustafa Kemal, uğradığı suikast sonucu (Ajanlık iddiasıyla Ulus Meydanı’nda sallandırılan Mustafa Sagir tarafından) felç olmuş ve hiç Samsun’a çıkamamış. Tabii ki bu yüzden, Milli Mücadele verilememiş; tabii ki “ulusal bilinç” oluşamamış ve Osmanlı idaresi ABD mandası olarak elinde kalan topraklarda hüküm sürmeye devam etmiş. Bu ahval ve şerait içinde, Osmanlı’dan ünü dünyaya yayılan popstar Atilla, romanın başkarakteri. Hedonist, konformist ve umursamaz – o kadar ki, Osmanlı’da manda yönetiminden sonra patlayan ve Alevilerle Sünniler arasında cereyan eden iç savaşa bile aldırış etmiyor- hayatı, büyük aşkı “sıradan” kız Fikriye’nin hayatına girişiyle biraz değişse de, esas dönüşüm, bu “günahlar” kuyusuna giren Fikriye’nin fazla kokainden hayata veda etmesinden sonra başlar. Bu dönüşümün temel dinamiği ise, ona çok benzeyen ve zaten uzaktan akrabası olan Selanikli bir Osmanlı paşasının tuttuğu günlükler. Bu günlükleri okuduğu anda, adeta “imana” gelen Atilla, siyasi mesajlar vermeye ve “illegal” örgütler adına konserler vermeye başlar. Her şeye kâdir “süper güç”, Atilla’yı kesin yöntemle susturmaya çalışsa da, Atilla onların elinden kaçıp suçluların bir deney için doluşturuldukları, romanın mikrokozmosu olan adada, yabani ve münzevi hayatını sürmeye başlar. Diğer başkarakter Latife de, bu kayıp popstarın öyküsünün peşine, uçak kazasında eşiyle birlikte kaybettiği ve popstarın büyük bir hayranı olan 7 yaşındaki oğlu için düşen bir gazeteci. İç savaş sırasında babasını kaybetmiş (beyaz bereli birisi tarafından öldürülmesi dikkat çekici bir detay) olan Latife, Atilla’yı bulduktan sonra, intihar ederek oğluyla öte dünyada buluşmayı ve ona hayranı olduğu popstarın hikâyesini hediye olarak sunmayı planlayarak adaya geliyor. Fakat bu yolda kendisini ve gerçek aşkını (elbette ki Atilla’dan öte bir maneviyattan bahsediyorum) buluyor.

Biraz Tarih…
Tarih, romanın ana eksenini oluşturan iki olgudan biri. Romanda tarihe dair üzerinde kurulan ısrarla durulan konu da unutturulma ve hafıza meseleleri. İktidar elindeki gücü kullanarak Selanikli paşayı tarihten silmiş ve adını bile kimse hatırlamıyor. Paşa, bu olguyu, “gücü elinde tutanların canını sıkabilecek kişileri hafızadan kaldırdığını” (s. 145) ve “bu insanların birer gölgeye veya içine doğru çöken birer dağa dönüştüğünü” (s. 146) söyleyerek açıklıyor. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, Kiremitçi, bu paşanın Mustafa Kemal olduğunu röportajlarında açıkça belirtiyor[iv]. İşte tam da bu yüzden, Paşa’nın ağzından çıkan bu sözler birer ironiye dönüşüyor. Nutuk’u okuduğu günden sonra tarihin artık öyle yorumlanması gerektiğine işaret eden bir muktedirin ağzından böyle sözler yazmak, ancak komik olabiliyor. Hele ki, kitapta unutulmuş isimler arasında saydığı, Kazım Karabekir ve Halide Edip’in Nutuk’la birlikte üzerlerine yapışan “hain” ve “Amerikan mandacı”sı etiketlerinin hayat hikâyelerini ne kadar değiştirdiği ortada çok somut gerçekler olarak dururken…    

Kiremitçi’nin hafıza sorunu, romanda “önemli işler yapmış” diyerek bahsettiği Enver Paşa’nın (s. 126), “Selanikli devrimciler” diye güzel duygularla andığı İttihatçıların[v] ve Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında kopacak çatışmayı engelleyen Atilla’nın (s. 24) içinde yaşayan ulusal bilincin sebep olduğu katliamlarıve acıları, hiçbir mecrada hatırla(ya)mamasıyla ayyuka çıkıyor. Romanda, her Osmanlı’nın artık Sünni olduğu vurgularken (s. 78), dönüp gerçekten yaşanmış tarihsel sürece bakmakta her nedense (?) imtina ediyor.

Romanın ortaya koyduğu tarihsel sürecin en tedirgin edici yanını, manda yönetiminden sonra patlak veren iç savaş oluşturuyor. Alevi-Sünni çatışmasının merkezde olduğu iddia edilse de, romanda sadece Alevilere karşı yapılan saldırılara şahitlik ediyoruz. Alevilerin Sünnilere karşı uyguladıkları saldırılardan ise, romanda sol ulusalcı reflekse yaraşır biçimde bahsedilmiyor.

Elbette ki, İzmir’le Siirt’in aynı ülkede olmasını garip addeden[vi] Kiremitçi, Cumhuriyetçi zihnin kendini Batılı ve “modern”; Osmanlı’yı ise bunun ötekisi olarak, “Doğulu” ve “arkaik” gören bu oryantalizmi aynen kullanmasına da şaşmamak gerekiyor (s. 94):

“Ayağa kalktım ve camdaki yansımamdan aptal gibi göründüğümü fark ettim. Pahalı bir gri takım kuşanmış, içine de üzerine sarıyla “John, Paul, George and Ringo” yazan tişört giymiştim. Modern ve rahat göstereceğini düşünmüştüm. Oysa Ortadoğulu ve gergindim.”   

Biraz Aşk…
Romanın çatısını oluşturan bir diğer olgu olan “aşk” ise “erkeklik” bakışıyla ön plana çıkıyor. Kiremitçi, erkek dilin belli başlı kalıplarını hiç çekinmeden romana boca etmiş. “Erkeklik”ten kaybedilmemesi gereken bir değer olarak bahsediyor (s. 211). Atilla, münzevi hayatından vazgeçmekte direnince, yanı başında dolaşan ve her seferinde farklı müzisyenlerin kılığına giren bir karakter olarak resmedilen Ölüm tarafından “yeniden bir erkek olması” konusunda uyarılıyor (s. 60). Cesur ve güçlü olmak da, elbette ki, bu değerin ayrılmaz parçaları. Bu ikiliye eşlik eden bir diğer yüce değerse vatanseverlik… (s. 82)

Kiremitçi, romanda eşcinsellerden bahsederken; Popstar Atilla’yı her şeyiyle taklit eden bir “ibne”yi, “böyle birisi olmasaydı” diye aşağılamayı tercih ediyor (s. 217). Kadınsa, kâh erkek tarafından korunup kollanmaya muhtaç bir öğe, kâh güneşi erkek olan bir uydu olarak resmediliyor  (s.241).  Aynı zamanda, bu erkek gözün kadına bakışı üzerinden, milliyetçilik devamlı yeniden üretiliyor. Kadınlar, milletlerine göre, bazı özelliklere sahip ve bazı özelliklerden muaflar: Uzun bacaklı İskandinav kadınları, Fransız kanıyla ayrı, Rus kanıyla ayrı davranan ama “Osmanlı” olan Fikriye ve tabii ki “alaturka” Osmanlı kadınları… (s. 95/98/124)

Biraz Başörtüsü…
Kiremitçi’nin erkek dili ile müesses nizam ezberleri ittifakının tam olarak yan yana geldiği nokta ise başörtülü kadınlar. Romanda karşımıza çıkan iki önemli başörtülü karakter de kendi başlarına birer özne değil. Ancak siyaset adamlarının “karılar”ı olarak anılabiliyor ve kamusal alanda var olabiliyorlar (s. 53-54/192-193). Detaylarda rastlanabilecek diğer iki başörtülü kadınsa, ölmekte olan amcaları için hastaneye gelmelerine rağmen, ünlü bir popstarla ilgilenecek kadar “tıynetsiz” (s. 216).

Bu noktada, şuna da değinmek gerekir ki, Kiremitçi “başörtülü” kadınlara değinirken, Cumhuriyetçi zihninde bir boşluğa da işaret ediyor. Zira Cumhuriyet projesinin hâlâ en önemli dayanaklarından biri olan kadın hakları meselesi, hiç bu proje gerçekleşmeden de görüntüde halledilebilmiş. Başörtülü kadınların yanı sıra, Latife gibi “başı açık” bir kadın da kamusal alan da var olabilmektedir.

Sonuç yerine
Velhasıl-ı kelam, Selanik’te Sonbahar bir Kemalist distopya… Tuna Kiremitçi’nin “milli haysiyet” ve “bağımsızlık” diye tarif ettiği ulusal bilinçten[vii]; yani devletin “gaz” halini yoğun biçimde içine çektiği ve yoğun kafa karışıklığı, tutarsızlık, ayrımcılık ve nefret söylemi gibi zararlı yan etkilere sahip bu maddenin etkisinden kurtulamadan bu romanı yazdığı gayet aşikâr. Bu da, kurgulanan metinden geriye klişeleri (Yahudi=paragöz dâhil, s. 167) romantik bir aşk hikâyesi sosuyla servis etmesinden başka bir şey bırakmıyor.

Aslında bir yanıyla da döne dolaşa esasını arayan Kemalizmlere bir alternatif olarak “ruhani Kemalizm”i sunduğu da söylenebilir. Gerçi kendisinin üstad-ı azamı olan, İlahi Nutuk kitabında[viii] Mustafa Kemal’in ruhuyla konuştuğunu anlatan Necla Çarpan varken, Tuna Kiremitçi biraz sönük kalıyor. Fakat yine de öte diyardan bir karakterin “Oku!” emriyle okunmaya başlanan (s. 126) ve okuyan her kişinin hayatındaki tüm manevi boşlukları dolduran Selanikli Paşa’nın günlükleri de, bu alanda başarılı bir deneme sayılabilir.


Emre Can Dağlıoğlu

[i] Tuna Kiremitçi, ‘Benim yapabileceğim en iyi şey nitelikli muhalefettir’, Ayça Örer, Radikal Kitap, 20 Mayıs 2011
[ii] A. g. y.
[iii] A. g. y.
[iv] A. g. y.
[v] A. g. y.
[vi] A. g. y.
[vii] A. g. y.
[viii] Cemil Koçak, “Kemal Atatürk öte alemden seslenirken”, Star, 3 Nisan 2011


Bu yazı, Agos Kirk/Kitap'ın Temmuz 2011 sayısında yayınlandı.

26 Nisan 2011 Salı

Sevag ve Uğur sağ olamadıktan sonra…

24 Nisan günü, 25 yaşındaki Sevag Şahin Balıkçı, Batman Kozluk’ta “şehit” düştü… İlk çıkan haberler “kimliği bilinmeyen bir arkadaşıyla şakalaşırken kaza sonucu ateş alan silahtan çıkan kurşun”la öldüğü… Kimliği bilinmeyen… Arkadaş… Şaka… Ateş alan silah…

- Kimliği bilinemiyorsa arkadaşı olduğu ve de şakalaştıkları nasıl biliniyor?
- Şakalaştıklarını anlamış olmak için, Sevag öldüğüne göre ya ateş eden “arkadaş”ın ya da yakından gören bir tanığın bunu söylemiş olması gerekmez mi? O zaman nasıl bu “arkadaş”ın kimliği bilinemiyor?
- Silah, şakalaşılacak kadar basit bir oyuncak mıdır sadece?

Bu soruların cevabını TSK’dan alamayacağımızı tabii ki de biliyoruz. Meselenin bir şakalaşmaktan ibaret olamayacağını da… Kaldı ki, daha sonra TSK “doldur boşalt yapılırken vurulduğu”yla ilgili bir açıklama getirmiş ailesine… “Eğitim zayiatı” olmuş Sevag… Bir zayiat olmuş kara gözlü Sevag*… Bunu “eğitim zayiatı” gibi askeri terimlerle açıklamak mı dindirecek ailesinin, yakınlarının ve bizim gibi bu acıyı yüreğinin en derininde duyan insanların acısını? Biz buna “eğitim zayiatı” demeyiz, askerken öldü(rüldü) diye “şehit” de demeyiz, biz buna “bok yoluna gitti” deriz!


Aynı gün, bir başka haber geliyor Iğdır’dan… Orada askerliğini yapan Uğur Pamuk adındaki, 22 yaşındaki Kürt genci “intihar” ediyor. İntihar eden gencin cesedine bir bakıyorlar, kurşun enseden girmiş ama TSK raporunda değişen bir şey yok: “Uğur Pamuk intihar etti”…

Vatan sağolsun diyorlar… Sevag ve Uğur sağolamadıktan sonra hangi vatan, neden sağoluyor? Yetmedi mi bu kadar kayıp? Ölülerinin kanıyla mı bereketleniyor bu topraklar? Yetmedi mi bu kadar kan? Kazdığın yerden toplu mezarlar çıkan toprakların üzerinde yaşamak ve her geçen gün o toprağa bir HİÇ uğruna bir can daha gömmek yetmedi mi?

Kim, neyle yerini doldurabilir evlat acısının? “Şehit” maaşıyla yerini doldurduğunu sanan TSK hesap verebilir mi bu acıyı yaşayanlara? Neyin hesabından bahsediyoruz ki zaten? Hesap vermek, insanların vicdanını rahatlatmak gibi bir dertleri mi var? Vicdanı olmayanlardan ya da Hrant Dink’in dediği gibi “taşlaşan vicdanlar”dan bahsediyoruz… Canınız yanmış, kime ne?

Sevag ve Uğur yoklar artık… “Şehit”ler… Askerler taşıyacaklar cenazelerini, belki Türk bayrağına da saracaklar… Keşke bilseler onların varlığının değil, aslında hep “yokluklarının Türk varlığına armağan olduğunu”.** Kısacası Yılmaz Odabaşı’nın dediği gibi,

"… Bayrakları bayrak yapan: bayrak imalatçılarıdır...
Toprak, eğer uğruna ölen varsa: utanmalıdır…"

*Sevag Ermenicede “kara göz” anlamına gelir
** Arat Dink

Tamar Nalcı

24 Nisan 2011 Pazar

24 Nisan...

Kimden okuduğumu hatırlamıyorum ama Nisan'ı çok güzel tarif ediyordu: "Nisan'da her gün ayın 24'ü" diye... Üstüne söylenecek çok şey var ama hele bir helallaşalım önce, ölüler gerçekten gömülsün, yaralılar yaslarını tutsunlar da konuşacak vaktimiz bol nasılsa... Bu yüzden bugünlük sözü, 96 yıl önce bugün tutuklandıktan sonra şair ve yazar arkadaşlarıyla korkunç bir şekilde öldürülen Taniel Varujan'a bırakayım:

Dünyayı Takdis

Dünyanın doğu tarafında

Barış olsun.

Tarlanın apak çığırları

Kan değil, ter aksın

Ve çınlarken akşam çanı

Eğilsin herkes takdise…

Dünyanın batı tarafında

Bereket olsun.

Her yıldızdan çiy yağsın

Her başaktan altın saçılsın,

Ve koyunlar tepelerde otlarken

Filiz, çiçek bitsin yerden…

Dünyanın kuzey tarafında

Bolluk olsun.

Buğdayın altın denizinde

Yüzsün daima orak, tırpan,

Buğdayin tanelerinin geniş ambarı açıldığı zaman

Mutluluk sarsın dört yanı.

Dünyanın güney tarafında

Ağaçlar meyveye dursun.

Peteklerden ballar damlasın

Kadehlerden şarap aksın

Ve gelinler yoğururken ak ekmeği

Söylensin aşk şarkıları...


Emre Can Dağlıoğlu

11 Nisan 2011 Pazartesi

Ortaçgil, Her Zaman Ki Gibi…

2003 yılında çıkardığı “Gece Yalanları” adlı albümünde sonra uzun bir sessizliğe gömülen Bülent Ortaçgil, yıllar sonra yeni albümü Sen ile, tekrar biz, dinleyenleriyle buluştu. Ortaçgil, uzun zaman önce melankolik kentli adam figüründen sıyrılıp inzivaya çekildiği Bozburun’da kendisiyle yüzleşen ve hayatı sorgulayan bilge adam figürüne geçmişti. Uzun zamandır İstanbul’daki karmaşadan, trafikten vs. kaçarcasına uzaklaşan Ortaçgil, Bozburun’da deniz-tekne derken kendini dinlemiş, huzura ermiş. Bu huzura eriş, bütün albüme sirayet etmiş. Albümde, genel bir huzur ve mutluluk hissiyatı var. Aynı zamanda, Ortaçgil, çekirdek kadrosunu bu albümde de korumuş. Bas gitarda Gürol Ağırbaş, davulda Cem Aksel ve klavyede Baki Duyarlar, geçmiş albümlerde olduğu gibi Ortaçgil’e eşlik ediyorlar. Albümün, geçmiş albümlere göre en büyük farklılığı, Ortaçgil’e eşlik eden yaylı grup olmuş. Yaylılarla yapılan bu orkestrasyon düzenlenmesi, albüme çok yakışmış. Albümün sözleri ise her zamanki Ortaçgil titizliğinde. Sözlerde yoğun bir deniz sevgisi hakim ya da “Kaçın kurtarın kendinizi metropol boğuculuklarından, biraz deniz biraz sessizlik, hepimize iyi gelir” diyor, Ortaçgil.

“Hiç Canım Yanmaz” parçası gibi deniz kıyısına oturup taş kaydırarak bize hayatımızı sorgulatıyor ya da “Denize Doğru” parçası gibi “Çözdüm/her şey çok basit/denize doğru” diyerek bize abi nasihatinde bulunuyor.

“İsteğini Yap” parçasında ise yukarıda bahsettiğim bilge adam figürü ön plana çıkarak, “Sana bir şey söyleyeyim mi?/büyük aşk yoktur/aşklarını büyütebilen insanlar var/isteğini yap çok geç kalmadan/her şey bitmenden” diyerek hayatın sırrını veriyor aslında.

Albümün dördüncü parçası, “Sen Sorumlusun” ise (benim kişisel favorim) eski Ortaçgil albümlerinin tadına en çok yaklaşan parça olmuş. Melankolik aşk acısı yaşayan kentli adamın hallerini anlatıyor: “Sokaklara/apartman girişlerine/kapılara/market çıkışlarına/yolda kirlenmiş araba camlarına/adını yazdım/ama sen sorumlusun.”

“Acıtır” parçası ise ayrılık acısını anlatıyor, sözler her zaman ki çok vurucu: “Hoş geldin değil/hoşça kal acıtır/yudum yudum biriktirmişiz/biri çarpıp dökmüşse ve artık dolmuyorsa acıtır.”

“Adalar” parçasında ise “Of denizin üzerinde süzülmek gibisi var mı ya?” diyor Ortaçgil ve bize bu güzelliği şöyle anlatıyor: “Gittik gittik denize açıldık/rüzgarlara bindik taşındık/dökülmüş üstüme bir kova yakamoz yıldızlı hem yaldızlı/ay ışıklı bir öykü de başroldeyiz.”

“Telefon” isimli parçada, günümüzün telefon bağımlığı ile aşkın yarattığı bağımlığı anlatmış: “Çağ başka bir çağ/en gerekli şey sensin/aşksız kalırım ama sensiz kalamam.”

Albümün en vurucu ve belki de en kişisel Ortaçgil parçası “Ayrıntılar” da derin bir ömür analizi ve orta yaşla gelen pişmanlıklar ile hesaplaşmalar ön planda: “Beklentiler var yaş elli/hayat sürgit değil/sonu başından belli/yaşadık ve öğrendik her şey başka şekilde.”

Dokuzuncu parça olan “Niçin” parçası, 1969 yılında yazılmış bir parça ama bir albümde yer alması 2011’i bulmuş. Albümün en neşeli ve en hareketli parçası olmuş: “Sıcak gün ve güneş işte/İnsanlar oturuyor/yemyeşil ağaçlar ve çiçek/insanlar susuyor/nazlanma sen ver ellerini.”

Son parça “Sen/BEN” ise albümün müzikal olarak en sade parçası… Bir el çıtlatması ile söylenmiş ve parça bütün dinleyenlerin kafasını karıştıracak bir biçimde, Ortaçgil’in “Hoşçakalın” sözü ile bitiyor. Umarım bu “Hoşçakalın” sözü sadece bu albümlüktür. Bir Ortaçgil seven olarak yenilerini hasretle beklerim açıkçası.

Can Öktemer

Yıldızların Altında (V)

Galakside büyük bir savaş başlamıştır. Bir tarafta yıllarca halka zulmetmiş şeytani imparatorluk, diğer tarafta özgürlük isteyen cumhuriyet… İmparatorluk binasının önü, kan gölüne dönmüştü. Lazerler ölüm saçmaktadır. Uzayda buradan farklı değildir. Patlayan gemiler ve ölüm çığlıkları, derin sessizlikteki uzayda kıyamet havası yaratmıştır.

Ayhan Skywalker, kendinden beklenmeyecek bir şekilde kahramanlıklar yapmaktadır. Bir sürü imparatorluk filosunu tek başına çökertmiştir. Darth Vader ve Palpatin ise bu durumu endişe ile izlemektedir.

Palpatin: Bir şeyler yapmamız lazım, Lord Vader! oksa bu adamlar hakikaten galaksinin yönetim şeklini değiştirecekler…

D.V: Aga, şu anda bütün imparatorluk ordusu savaşta! Galaksilerde isyan olması, bizi çok kötü etkiledi. Savunma gücümüz yarı yarıya düştü.

Palpatin: Tek seçeneğimiz var; Yoda ve Obi-Wan’ı haklamamız lazım. Jedilar olmadan savaşı kazanamazlar!

D.V: Haklısınız efendim! Onların burada olduğunu hissediyorum. Aşağıya haber salalım. Rahatça girsinler binaya. Sonra onları öldürelim!

Obi-Wan ve Yoda, ışın kılıçlarıyla iki tane imparatorluk muhafızını yere yıkmışlardır. Sessiz ve derinden, Vader ve Palpatin’in yanına gitmektedirler.

O-W: Usta Yoda, Anakin pezevengini hissediyorum. O, buralarda, bu sefer o piçi haklayacağım.

Y: Evet Obi-Wan ama öfkeni kontrol etmelisin. Öfke bir Jedi’ı karanlığa götürür.

O-W: Ya usta, bırak Allah aşkına! Ölümüne dalacağım adama, jedi medi öğretisi dinlemem, bu saatten sonra, alayına giderim!

Ayhan Skywalker, X-wing ile şov yapmaya devam etmektedir. Uçanı kaçanı haklamaktadır.

Pilot 1: İyi atıştı Ayhan!

A: Eyvallah başkan.

Bu sırada pilotun arkasında bir imparatorluk gemisi belirir. Ayhan heyecanla atılır.

A: Kardeş arkana bak!

Ayhan artistlik bir hareketle imparatorluk gemisinin arkasına geçer ve onu havaya uçurur.

P-1: Ayhan sağol ya! Hayatımı kurtardın, sana borçluyum artık.

A: Kardeş ne yaptık, Allah aşkına? Hadi işimize dönelim!

Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki, İmparatorluk artık düşmüştü, deyim yerindeyse. Asilerin planı, saat gibi işlemişti. Galaksideki bütün gezegenlerde isyan artarak büyüyordu.

Yoda ve Obi-Wan karanlık bir avluya gelmişlerdi. Sadece ışın kılıçlarının aydınlatmalarıyla birbirlerini görüyorlardı. Karanlığın içinde birden iki tane kırmızı ışın kılıcı belirdi. Evet!!! Bunlar onlar, bunlar şeytani Vader ve Palpatin idi! Avlunun ışıkları bir anda açıldı ve destansı bir savaş başladı.

D.V: Buraya kadar Obi-Wan! Seni bu sefer öldüreceğim, fazla bile yaşadın.

O-W: Höst, haddini bil köpek! Ben olmasam, sen bir hiçtin.

D.V: Ha ha ha! Koçum, ben doğuştan seçilmiş insanım. Galaksiye huzur getirdim. Sen ne getirdin? Hiçbir şey…

O-W: Bu mu lan senin huzurun? Bütün galaksi ayaklandı, halk sizi istemiyor.

D.V: Göreceğiz! Eski ustam, yeni kebab ustası…

O-W: Ulan seni buraya gömmeyeni...

Obi-Wan, sert bir hamle yapar Vader’a. Vader bunu savuşturur. Yoda ve Palpatin ise birbirlerini test etmektedirler.

Y: Buraya kadar Palpatin! İnsanlar, özgürlük ve demokrasi istiyorlar.

P: Senin demokrasinin içi geçmiş, beyim! Satın alınmış senatörler ve jedilar ile mi yönetmeyi planlıyorsunuz galaksiyi yine? Ben en azından rüşveti almayı ve kötülük yapmayı saklamıyorum. Siz ahlaklı gözüküp halkı sırtından vurdunuz, Yoda efendi!

Yoda, Palpatin’in laflarına sinirlenir, ona öfkeyle saldırır.

Asiler, imparatorluğun enerji reaktörlerine saldırmaktadırlar. Birçok imparatorluk gemisi ise geri çekilmektedir. Asiler, imparatorluk merkezlerine sızmaktadırlar. Ayhan, yine kahramanlıklarıyla en öndedir. Işın kılıcıyla bütün imparatorluk askerlerini kesmektedir.

A: Beyler, bu taraftan! Enerji reaktörü burada… Bombayı hazırlayın.

Asiler bombayı hazırlar. Enerji reaktörüne bombayı koyarlar. Bombanın zamanını da 60 saniyeye ayarlarlar.

Yoda ve Obi-Wan, yılların verdiği yorgunlukla çaptan düşmüşlerdir. Palpatin ve Vader’ın saldırılarına karşı gelemiyorlardır. Zafer, Palpatin ve Vader’ın gibi gözüküyordur. Ama bu zafer onlara ancak züğürt tesellisi olabilir. Çünkü imparatorluk artık çökmüştür. Vader, force push yaparak, Obi-Wan’ı yere yıkar. Vader, seri bir şekilde Obi-Wan’ın yanına gelir.

D.V: Sonun geldi, Obi-Wan. Galakside bir dönem kapanıyor artık.

Obi-Wan cevap vermez, sadece susar ve ölümünü bekler.

Yoda’nın durumu da, Obi-Wan’dan farklı değildir. Palpatin’in ölümcül kılıç darbelerine yaşlı vücudu karşılık veremiyordur. Artık iki usta Jedi, ölüme çok yakındır. Ama kader, bir kez daha iyilerin tarafındadır. Karanlığın ortasından ışık gibi doğan Ayhan Skywalker, havada Kara Murat vari taklalar atarak, önce Vader’ı force push ile yere yıkar, ardından Palpatin’i şu ana kadar görülmemiş kılıç darbeleriyle yere yıkar. Obi-Wan şaşkınlıkla, Yoda gururla izler olanları ve tüm bu kahramanlıklar olurken, büyük bir patlama sesi duyulur ve enerji reaktörü patlar.

Obi-Wan ayağa kalkar ışın kılıcını alır ve bağırarak,

O-W: Heyt be, kimin öğrencisi işte! Yürü Ayhan, bitirelim artık bu işi!

Ayhan, bu iltifata sadece cool bir gülücük atarak cevap verir. Vader bu duruma çok öfkelenir, hışımla Ayhan’ın üstüne gelir. Sağlı sollu kılıç darbeleri, Ayhan’ı korkutur sadece. Kendini savunabilmektedir artık ama ustası Obi-Wan duruma el koyar. Vader artık iki Jedi ile kapışmaktadır. Yoda ise ayağa kalkar, Palpatin’e hayatının dersini vermek üzeredir. Cüce olmasının avantajıyla, havada attığı seri taklaların hızına Palpatin yetişemez bile ve olan olur. Yoda, Palpatin’inin kellesini uçurur. Vader ise iki Jedi’a karşı mücadele etmeye çalışsa da, onun da artık gücü kalmamıştır. Sağdan Ayhan, soldan Obi-Wan’ın hamleleriyle yere yıkılır, Vader. Karanlık çağın iki başaktörünün cansız bedenleri yerde yatıyordur. Obi-Wan ve Yoda onlara iğrenerek bakarlar, bütün galaksiye korku ve nefret dolu yıllar yaşatan bu adamlar layık oldukları gibi ölmüşlerdir. İmparatorluğun düşmesinden sonra çil yavrusu gibi dağılmaya başlayan imparatorluk filoları teslim olmaya başlamışlardır.

Yoda, Obi-Wan ve Ayhan imparatorluk binasından muzaffer komutanlar edasıyla çıkarlar. Asi birliğinin askerleri onları ayakta alkışlarlar. Bütün hikâye boyunca ön yargıyla yaklaştığı Ayhan’ı, ön plana çıkarır Obi Wan,

O-W: Koçum bizi değil, seni alkışlıyorlar.

A: Doğal hocam, Vader’ı öldürdüm, galaksiyi özgürlüğüne kavuşturdum! Kolay değil yani bunları yapmak.

O-W: Siktir lan! Hemen götün kalkmasın!

O sırada, kalabalığın arasından Kraliçe Ananda, Senatör Rissotto ve Albay Penne çıkagelir.

S.R: Çocuklar, harika iş çıkardınız, galaksiyi layık olduğu yere getirdiniz. Yaşasın cumhuriyet!

Bütün kalabalık, “Yaşasın Cumhuriyet!” diye bağırır. Kraliçe Ananda yavaşça Ayhan’ın yanına yaklaşır.

K.A: Büyük bir kahramanlık gösterdin, Ayhan! Sana çok teşekkür ederim, Asi birliği adına.

A: Aman efendim, lafı mı olur? Ne yaptık ki?

Obi-Wan, Yoda’ya dönerek,

O-W: Hocam, bu çocuk bu artistlikle ikinci Vader olur. Galaksiyi yine parçalar, bak ben sana diyeyim.

Y: Obi-Wan, ben hislerimde yanılmam, bu çocuk seçilmiş kişi dedim. Bak çıktı. Bırakalım artık geleceği gençlere.

O-W: Vallahi benim aklımda şu anda sadece dükkân var. Tez zamanda dönelim hocam oraya. Siyaset beni bayar şimdi. Alalım Kirk ile Spock’ı da yanımıza, oh mis gibi emeklilik…

Y: Bilmiyorum Obi-Wan, ben bakanlık kovalayacağım. Siyasete girebilirim.

O-W: Bu yaştan sonra, ne siyaseti, hocam?

Akşam yemeği, eski imparatorluk binası; yani yeni cumhuriyet binasında yenmektedir. Herkes çok mutludur. Ayhan ile Ananda iyice yakınlaşmıştır, aralarında her an bir aşk doğabilir. Senatör Rissotto ise Obi-Wan ve Yoda ile konuşmaktadır.
S.R: Usta Obi-Wan ve Usta Yoda, size yeni kurulacak kabinede önemli görevler vermeyi düşünüyorum. Kabul edersiniz di mi?

O-W: Bilmem ki…

Y: Ben düşünürüm, efendim.

S.R: Obi-Wan’ı savunma bakanı, siz usta Yoda’yı da adalet bakanı olarak görmek istiyoruz. Ayhan’ı da Jedi Akademisi’nin başında görmek istiyoruz.

O-W: Bunu ben bir düşünmek istiyorum.

Y: Ben kabul ediyorum.

Bu konuşmadan beş yıl sonra; Cumhuriyet ilan edilmiş, Obi-Wan ısrarlara dayanamamış ve savunma bakanı olmuştur. Yoda çok istediği Adalet Bakanı olmuştur. Ayhan ise Jedi Akademisi’nin başına geçmiş ve artı olarak Kraliçe Ananda ile evlenmiştir. Kirk ve Mr. Spock,  ısrarlara dayanamayarak, Star Trek dizisine geri dönmüşlerdir. Han Solo ise taksiciliğe devam etmiş ve hepsi sonsuza dek mutlu ve mesut yaşamıştır. Ama aralarında hala Sith var mıdır? Belki de vardır, bilinmez...

Can Öktemer

---SON---

29 Mart 2011 Salı

Yıldızların Altında (IV)

Valilik binasının önünde, büyük bir patlama meydana gelir. İsyan başlamıştır, halk sokaklara dökülmüştür.

Koruma 1: Valiyi kaybediyoruz! Çabuk ilk yardımı çağırın, çabuk!

Koruma 2: Artık çok geç! Valiyi kaybettik! Başka ölü ya da yaralı var mı, araştırın!

OTEL LOBİSİ

Bonito ve silahlı beş arkadaşı, otelin mutfağından gizlice giriş yapmıştır. Patlamayı duyan Obi-Wan irkilmiştir, yukarıdakiler de aşağıya inmiştir. Ortam, suikast yapmaya çok müsaittir. Bonito büyük bir şans elde etmiştir. Silahlarını hazırlayan Bonito ve adamları, tam cepheden Obi-Wan ve arkadaşlarını görür ve siper alır.

Tetikçi 1: Patron, neden yakalamıyoruz ki? Öldürmek biraz riskli değil mi? Ya kurşun kafalarına falan isabet eder, cesetler tanınmayacak hale gelirse…

B: Lan ne uğraşacağım yakalamak, la? Temiz temiz indiririm lavuğu, olur biter. Siz karışmayın, benim planlarıma. Herkes yerini alsın şimdi.

Ayhan telaşla aşağı iner.

A: Usta ne oldu ya? Tüp gaz mı patladı?

O-W: Hayır, vali patladı. Burada garip olaylar dönüyor, beyler. Toparlanmamız lazım. Vader bizi bulmuş olabilir.

Y: Obi-Wan, sen de benim hissettiğimi hissediyor musun?

O-W: Evet usta, güçte büyük bir dengesizlik var. Bu hayra alamet değil.

Bu sırada yukarıda çantaları toparlayan Mr.Spock, merdivenden aşağıya inerken, Bonito ve adamlarını görür ve silahını çekip bağırmaya başlar.

M.S: Beyler, dikkat edin!

Obi-Wan ve arkadaşları panik halinde arkalarına bakarlar. Lobide nefes kesen bir çatışma başlamıştı. Lazerler havada uçuşmaktaydı. Bonito ve adamları kullandıkları yüksek teknolojili silahlarla, Obi-Wan ve şürekâsını kıstırmıştı. Mr. Spock’ın 1970’lerden kalma silahı ise su tabancası kadar etki yapıyordu. Bu it dalaşı sırasında, yüksek ihtimal ilahi adalet diyebileceğimiz bir olay neticesinde, lazerlerden bir tanesi ispiyoncu resepsiyoniste de isabet etti. Bu sıkışık durumdan Jedi öğretileri galip çıktı, tabii ki. Obi-Wan force’u kullanarak (ki dört bölümdür ilk defa yapmaktadır), Bonito ve adamlarının silahlarını ellerinden aldı. Bitirici hamleyi yaparak light saber vasıtasıyla hepsi ip gibi dizdi. Sonra bu yaptıkları normalmiş gibi, yanlarına geldi. Ayhan Skywalker şok içindeydi.

A: Usta, bu hareketleri bana da öğret! Kurbanın olayım, ne olur?

O-W: Dur lan, bir dakika. Beyler, herkes hazırsa buradan vınlıyoruz.

SOKAK

Albay Penne ve Senatör Rissotto, olayları büyük bir zevkle izlemekteydi. Halk isyanı git gide büyüyordu. Evler yanıyor ve daha da kötüsü yağma başlamıştı.

Rissotto: Az önce otel odasında Obi-Wan’ı gördüm sanki.

P: Obi-Wan yıllar önce öldü, Senatör. Başkasına benzetmişsinizdir siz onu.

R: Bilmem, belki de... Ama şimdi Obi-Wan gibi bir adamımız olsa, fena mı olurdu? İki dakikada yıkardık imparatorluğu!

P: Bırakın o salakları, Senatör. Onların yüzünden cumhuriyet yıkıldı, bir türlü koruyamadılar.

O esnada, Obi-Wan ve ekibi otelden çıkarlar. Rissotto ve Penne onları görürler ve gözlerine inanamazlar.

R: Sana demiştim, Albay. Bunlar onlar… (Bağırarak) Obi-Wan, Obi-Wan!!!

Obi-Wan sesi duyar sağa sola bakar ve Rissotto’yu görür.

O-W: Senatör Rissotto!!!

R: Evet evet, çabuk gelin buraya!

İMPARATORLUK BİNASI

Darth Vader hologram ile askerle konuşmaktadır.

Asker: Lord Vader, burası karıştı! Valiyi kaybettik. Halk isyanda, yağma başladı. Müdahale edemiyoruz.

D.V: Ne demek müdahale edemiyoruz?

Bir anda asker boğazını tutar. Boğuluyordur. Nefessiz kalmaya daha fazla dayanamayan asker, nalları diker. Darth Vader hışımla yerinden kalkar ve İmparatorunun yanına geçer. İmparator meditasyon yapmaktadır.

D.V: Aga, meditasyonunuzu bölüyorum ama…

İ: Evet, Lord Vader.

D.V: Takatuka gezegeni karıştı. İsyan başladı. Valimizi öldürmüşler. İşin içinde Obi-Wan ve Yoda’nın olduğunu düşünüyorum.

İ: Al işte! Şimdi de isyan başlattılar. Hemen oraya git, Lord Vader! İsyanı bastır! Diğer gezegenlerdeki valilere de haber ver. Sokağa çıkma yasağı başlatılsın.

D.V: Emredersiniz.

ASİ GEMİSİ

Albay Penne ve Senatör Risotto, Obi-Wan ve arkadaşlarıyla konuşmaktadırlar.

R: E anlat bakalım Obi-Wan! Nasıl kurtuldun o kumpastan?
O-W: Kurtulduk işte, Senatör. Kurtulur kurtulmaz da Usta Yoda’yı da alıp Tabldot gezegenine gittik. Orada dükkân açtık, pide-kebap üzerine. Sonra diğer arkadaşlar aramıza katıldı. Şimdi de buradayız.

R: Sizi Allah çıkardı karşımıza, beyler. İsyanı biz başlattık. Yakında bütün galaksi de isyanlar başlayacak. Ordumuzu yeterli sayıya çıkarıp İmparatorluğu bitireceğiz. Siz de olursunuz artık, bu oluşumun içinde.

O-W: Ya şimdi, Senatör, ben takılmıyorum, biliyor musun galaksinin yönetim şekline? Ben sadece Vader’ı öldürmek istiyorum. Vader’ı öldürürüm gerisine karışmam, onu baştan söyleyeyim. Ama Usta Yoda ve diğer arkadaşlar size katılabilirler. Onlar meraklı devrim mevrim işlerine…

R: Ne olmuş sana Obi-Wan? İdeallerinden ne çabuk vazgeçmişsin? Büyük hayal kırıklığına uğrattın beni.

O-W: Ne yapalım? Biz de çağa ayak uyduruyoruz.

P: Ben size demiştim. Bu zihniyetteki adamlar yüzünden yıkıldı, cumhuriyet. Siz kendinizi bile koruyamıyorsunuz, cumhuriyeti nasıl koruyacaksınız?

O-W: Bir dakika Albay, sizinle çok savaşa girdim ben. Ne yamuğumu gördünüz? Size bu üslubu hiç yakıştıramadım, açıkçası.

Yoda sinirli bir şekilde araya girer.

Y: Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, yaptığınız kavgaya bakın. Ayıp, ayıp! Sizi yetiştireceğime taş yetiştirseymişim! Obi-Wan hiç itiraz etmiyorsun. Cumhuriyetin tekrar kurulmasına yardım ediyorsun. Penne, sen de laflarına dikkat et, işine konsantre ol! Ayhan, sen de ne öğreneceksen, öğren artık. Savaşa hazırlık ol! Spock, Kirk ve Han Solo, siz de ister bu savaşa katılın, isterseniz gidin, İki kararda da özgürsünüz. Zaman hareket zamanı! Senatör bizi karargâhınıza götürün.

Han Solo: Efendim, izninizle ben ayrılmak istiyorum, bu kadar aksiyon bana fazla. Paramı verirseniz gideceğim ben.

O-W: Peki Han Solo, emeklerinden dolayı çok teşekkür ederiz. Hayatta başarılar… Bizi bulmak istersen, nerede olduğumuzu biliyorsun.

H-S: Yok abi, nereye gittiğinizi bilmiyorum.

O-W: O zaman ararsın lan, düdük. Şov yapma!

Y: Ya siz Kirk, Spock?

K.K: Usta biliyorsun, bizi diziden atıllar. Devrimiz bitti bizim artık. Siz bize zor zamanımızda yardım ettiniz. Ekmek parası kazandırdınız. Biz kalmak istiyoruz.

Y: Pekâlâ, hadi gidiyoruz!

VALİLİK

Darth Vader, Takatuka Valilik Binası’nda incelemeler yapmaktadır.

D.V: Uzun zamandır güçte bir dengesizlik vardı zaten. Demek ki nedeni buymuş.

Asker: Lordum, anlayamadım.

D.V: Anlama zaten sen! İşine bak. Light saber izi yok. Acaba Jedilar yok mu isyanın arkasında? Asi oluşumu sonunda tamamlandı mı, yoksa?

İsyan git gide büyümektedir. İmparatorun heykeli de yıkılmıştır. Vader bir avuç asker ile birlikte sokağa çıkar. Büyük bir katliam meydana gelir. Vader önüne geleni kesmektedir. İsyan durmuştur ama öfkeler dinmemiştir.

KARARGÂH

Prenses Ananda, Osis gezegenin havalimanında beklemektedir. Senatörün gemisi havada belirir. İlk senatör iner, kapıdan hologramla biriyle konuşmaktadır.

S: Yapma be, ne zaman oldu bu olay? Of, kötü olmuş bu.

Adam: Evet senatör Ama merak etmeyin. Vader’ın kıyımı halkı daha da isyana teşvik etti. Komşu gezegenlerde de isyan başladığı söyleniyor.

S: Bak bu iyi haber, dostum! Şimdi kapatmam lazım. En kısa zamanda oraya müdahale edeceğiz. Biliyorsun, yarın operasyon başlıyor. Hadi, iyi bak kendine!

Adam: Siz de efendim.

Penne: Ne oldu senatör?

S: Vader gezegende kıyım yapmış. Genç, yaşlı, kim varsa kesmiş, piç. Ama bu onlara pahalıya patladı. İsyan diğer gezegenlere sıçrıyor. Operasyon için tam sırası işte! Hazırlıklarımızı tamamlayalım.

Ananda gemiden inenler arasında, Obi-Wan ve Yoda’yı görünce şaşkınlığa uğrar.

Ananda: Usta Yoda! Usta Obi Wan! İnanmıyorum, siz yaşıyorsunuz.

Y: Evet kızım.

(Sarılırlar birbirlerine) Ayhan, Ananda’yı görünce beklentileri boşa çıkarmaz ve ona abayı yakar.

Ayhan: (İçinden) Bu hatuna kendimi göstermem lazım. Savaş zamanı bu zorda kalsa da, ben de çekip alsam bunu belanı içinden. Bu da bana vurulsa fena mı olur ya?

Ananda: Bu arkadaş kim?

O-W: Ha, o mu? Bizim bulaşıkçı…

Y: Bulaşıkçı olur mu? Obi, senin çırağın. Jedi eğitimi alıyor, ablası.

Ayhan: Memnun oldum. Ayhan ben… (İçinden sinirlenerek) Pis yer cücesi, ne ablası lan? Kaç yaş fark vardır ki aramızda? Belki de yaşıtız. Devireceğim ben bu hatunu görürsün.

Ananda: Ben de Ananda… Hoş geldin aramıza, Ayhan.

TAKATUKA GEZEGENİ

Darth Vader’ın hologramı çalar. Arayan İmparator’dur.

İ: Lord Vader, neler oluyor? Başka gezegenlerde de isyan başlamış.

D.V: Aga, daha yeni isyan bastırdım. Ne oldu? Öyle iki dakika yalnız bıraktık galaksiyi,hemen başka isyan başlamış. Ne yapacağız, aga?

İ: Orada asayiş sağlandı, di mi?

D.V: Evet, askerler sokağa çıkan herkesi vuruyorlar.

İ: Güzel, şimdi hemen sen buraya gel! Acil toplantı yapmamız lazım.

D.V: Tamam efendim, yola çıkıyorum, şimdi. (Hologramı kapatır) Başlayacağım lan senin isteklerine! Ayakçı yaptı bu da bizi iyice. İmparator olmuşsun, galaksiyi yönetmeyi bilmiyorsun. Hayret ya!

KARARGÂH

Albay Penne, tahtada savaş taktiği vermektedir. Ananda ise Obi-Wan ile konuşmaktadır.

A: (Ayhan’ı göstererek) Nereden buldunuz bu yakışıklıyı?

O-W: Hangi yakışıklıyı Mr.Spock’ı mı?

A: Hayır, ne yapayım ben o eşek kulaklıyı? Ayhan mıydı? Sarışın çocuğu diyorum.

O-W: O mu yakışıklı, kızım? Sen dalga mı geçiyorsun? Neresi yakışıklı onun?

A: Ne istiyorsun be çocuktan? Jedi eğitimini de yarıda kesmişsin zaten.

O-W: Ben mi kesmişim? Kim dedi sana bunu? Ayhan mı?

A: Evet, az önce lafladık biraz. Niye eğitimini yarıda kesiyorsun?

O-W: Ya bırak, tahta kafalı lavuğu! Bir bok öğrenemez. Sen neler yaptın? Sarayı satmışsınız.

A: Ya öyle oldu, ya? İmparatorluğa, izimizi kaybetmek için sarayı sattık, paraya da ihtiyaç vardı isyan birliği için.

O-W: Anladım.

Albay Penne, Ananda ve Obi-Wan’ın onu dinlemeyip konuştuklarını görünce, onlara bağırır.

Penne: Arkada konuşanlar, burası park değil! Konuşacaksınız, gidin, dışarıda konuşun!

O-W: Albayım, burası sınıf değil; biz de öğrenci değiliz! Nerede, ne yapacağımıza siz karar veremezsiniz.

Yoda araya girer.

Y: Obi, lütfen! Ne konuştuk gemi de? Susun birazcık, adam bir şey anlatıyor.
O-W: Bana ne ya? Ne anlatırsa anlatsın, ben yarın Vader’ı öldüreceğim. Gerisi tın biliyor musun? Geçeceğim dükkânımın başına, misler gibi takılacağım!

Ertesi gün, saldırı için her şey hazırlanmıştır. Gemiler, askerler… Ayhan, hükümet binasını bombalama timine verilmişti. Yoda ve Obi-Wan ise, Vader ve İmparatoru öldürme görevine verilmişti. Ayhan gemiye binerken, Ananda yanına gelir.

Ananda: Başarılar dilemeye geldim.

Ayhan: Teşekkürler, efendim. Allah izin verirse yıkacağız imparatorluğu.

Ananda, Ayhan’a bir kolye verir.

Ananda: Bunu yanında taşı, sana uğur getirir.

Ayhan: Daha takmadan, beni sizle tanıştırarak şans getirdi, kim bilir takınca, neler olacak?

Ananda utanarak güler.

Uzakta, Obi-Wan, Yoda ve Rissotto konuşmaktadırlar.

O-W: Bak, bak resmen kraliçeye asılıyor, lavuk! Lan kraliçeyle takılarak aristokrat olunmaz. Her şeyi geçtim, savaşı mahvedecek, paşam.

Y:Bırak onları, genç onlar.

O-W: Usta, zamanında niye bana da izin vermedin? Sevdiğim bütün kızlar kaçtı, sizin yasaklarınız yüzünden.

Y: Eskiyi unut artık Obi, savaş bitsin, seni ellerimle evlendireceğim.

O-W: Bu ellerle mi?

Rissotto: Beyler, bırakın dünyevi işleri! Artık o iki yaratığı öldürün. Siz olmasanız şansımız çok düşüktü. İmparatorluk çok zayıf şu anda, isyanlara dayanamazlar. Birkaç saate bütün isyancılara silah ulaştıracağız. Zafer bizimdir!

O-W: E hadi bakalım! Haydi usta, biz de kaçalım artık.

Ve asiler İmparatorluk Binası’na doğru hareket ederler…

Can Öktemer