31 Ocak 2012 Salı

Beni Böyle Sev Seveceksen (IV)

Kill Nuri: “İntikam Soğuk Yenirse Lezzetli Bir Aştır”

İlhan Perisi’nin söyledikleri aklıma yatmıştı aslında. Esengül, beni tamamen parasal sebebler yüzünden terk etti ya! Ya da ben öyle zannediyorum, bu konuyu tam olarak anlamış değilim. Neyse, benimde intikamım geldi işte! Popstar olayı benim bu intikam projemin ilk ayağı olacak. O yüzden, acil Hido’yu bulmam lazım, katılım formu ondaydı.

Ferdi: Hido, sen formu attın mı kardeş?
Hidayet: Ne formu abi?
Ferdi: Popstar formu. Attın mı onu yoksa?
Hidayet: Yok abi atmadım, yoksa katılıyor muyuz?
Ferdi: Giriyoruz Hidom, Ferdi Abin bundan sonra hayatını intikama adadı.
Hidayet: İşte bu abi!
Ferdi: Ferdi Abin, bundan sonra para için o güzel kadife sesini satacak anladın mı? Bugüne kadar hep iyi adamdım, bundan sonra şerefsizin önde gideni olacağım.
Hidayet: Yapma abi, o kadar da değil! Sana yakışmaz, öyle şerefsiz olmak.
Ferdi: Hidom, batsın bu dünya, bitsin bu rüya, kula kulluk edene, yazıklar olsun.
Hidayet: Haklısın be abi!

Hidayet’e söylediklerimde çok samimiydim. Evet, bugüne kadar hep iyi adam oldum, kötülerin düşmanı, iyilerin dostu Ferdi Orhan’dım ama bundan sonra ise intikam yemini etmiş bir Ferdi Orhan’ım. İntikamımı alınca tekrardan özlenen ve sevilen Ferdi olabilirim tabi. Buradan size söz veriyorum, sevgili okuyucular.

Nuri Bazman’dan Son Olaylara Yönelik Açıklama

Bugüne kadar hep Ferdi konuştu, biraz da benim konuşma hakkım yok mu? Elbette var. Ben Nuri Bazman. Bu satırlara kadar hep kötü adam olarak lanse edildim, alakası yok. Hem zenginim diye sevme hakkım yok mu? Esengül, kız kardeşime ders vermeye başladığı ilk günden itibaren, ona gönlümü kaptırdım. Öyle güzel ders anlatıyordu ki, hele o ünsüz benzeşmesini anlatması, Sahra’da aniden yağmaya başlayan bir yağmur etkisi yapıyordu yüreğimde. Okulda anlamakta güçlük çktğm “Fıstıkçı Şahap”ı bile onun sayesinde yıllar sonra öğrendim. Kbl edyrm, onu tavlamak için para teklfı etmem brz ethık dısıydı. Ama ben de bndan bska bir yol bilmiyom.. We size buradan söz veriyorum Esengül’ü dünyanın en mutlu kadını yapıcam ve bana kalırsa o da beni dünyanın en mutlu erkegi yapacak. O, bana yerli yersi çamur atan Ferdi Orhan’da avucunu yalar. Bu yazı da sana kapak olsun.

Olaylara El Koyuyorum

Benim kişilik haklarıma saygısızılıkta bulunan, bu Nuri Bazman adlı kişiyi ciddiye almıyorum, sevgili okuyucu. Aramıza, böyle kişiliksiz adamlar hiçbir zaman giremez. Ayrıca, Esengül bana âşık bana! Buna inanıyorum. Son olarak Nuri denilen adam, internet Türkçesi ile bana tekzipte bulunmasın, ağzını yüzünü kırarım onun…

Eve geldiğimde, çok mutsuzdum. Bugün günlerden pazardı ve biz Esengül ile pazar günleri hep dışarıda dolaşır, beraber kahvaltı yapardık. Bu ruh halimle, hemen yaktım bir sigara. Bilgisayardan “Sensiz Olmaz” parçasının Müslüm Gürses versiyonunu açtım. Damara pompalamaya başladım acıyı, kederi. Aldım elime sazımı, tam sazımı çalacakken, İlhan Perisi arkamdan belirdi.

İlhan: Şimdi, sol ile başlıyoruz, en son la minörde bitereceğiz.
Ferdi: Ya güzel abim, sen niye böyle pat diye çıkıyorsun? Hem ben bilmem nota falan.
İlhan: Öğreneceksin, bak bu şarkının adı ne olsun biliyor musun?
Ferdi: Ne olacak?
İlhan: “Mutluluk En Çok Benim Hakkım”
Ferdi: Vay, süpermiş! E hadi hemen bitirelim şarkıyı.
İlhan: Dur bakalım, hemen öyle acele etme. Bugün A yüzünü bitiriz, yarın B yüzünü.
Ferdi: Ya abi, a yüzü-b yüzü mü kaldı, Allah aşkına? Millet bunu çatır çatır netten inderecek.
İlhan: Ağız alışkanlığı evlat. Ama “Mutluluk En Çok Benim Hakkım”ı bitirelim, çünkü yarışmaya bu parça ile katılacaz.
Ferdi: Eyvallah.

O gün, gecenin ilerleyen saatlerine kadar çalıştık ve yakın zamanda Türkiye’nin en popüler parçalarından olacak olan, “Mutluluk En Çok Benim Hakkım” adlı parçayı bitirdik.  İlhan Perisi’ne şarkı bitiminde yemeğe kalmasını, olmadı bir bira içmesini teklif ettim; fakat o varoluşsal olarak gıda ve sıvı tüketemediğini söyledi. Sonra ben, hepinizin aklına geldiği gibi hemen Hido’yu aradım ve şarkıyı dinlettim ona telefonda. Hido bana parçanın çok iyi olduğunu, bu parça ile yarışmayı kazanacaklarını söyledi. Ben, bu iddialı yorum karşısında bir başka yorum yapmadım.  Aklımda o anda sadece Esengül vardı, acaba ne yapıyordu şimdi? O büyük, kocaman villada mutlu muydu? Zenginlik hiç Esengülüm’e uygun bir şey değildi. Biz fakir olmak için yaratılmıştık, beceremeyiz zenginliği, sevgili okuyucu. Neyse benim yarışmaya hazırlanmam lazım.

Üç Gün Sonra

Can yoldaşım, Hido ile beraber yarışmanın yapılacağı otele gittik. Mahşer kalabalığı vardı resmen, her telden adam orada jüriyi etkilemeye çalışıp Türkiye’nin yeni gözdesi olmak için çalışacaklardı. O sırada, İlhan Perisi yanıma geldi.

İlhan: Umarım, heyecanlı değilsindir.
Ferdi: Abi, ne işin var burada?
İlhan: Orhan Gencebay’a parçayı dinlettim az önce, çok beğendi. Patlar bu şarkı dedi.
Ferdi: Nasıl abi? Şike mi yaptık şimdi?
İlhan: Hayır, ne şikesi? Orhan Abi’yi çok eski tanırım. Rica ettim dinledi, çok beğendi. Büyük ihtimalle de yarışmayı biz kazandık.
Ferdi: Abi, sen Orhan Gencebay’ı nereden tanıyorsun? Neler dönüyor burada?
İlhan: Sen, her şeyi kurcalama. Bak, seni çağırıyorlar.

İlhan Perisi, yine bir anda ortalıktan kayboldu. Hido’dan helallik aldım, girdim içeri. Jüride; Orhan Gencebay, Dilberay, Hülya Avşar ve Acun vardı. “Mutluluk En Çok Benim Hakkımı” patlatıverdim.

Hülya Avşar: Ben, çok etkilenmedim açıkçası. Yani daha iyi olabilirdi, bir şeyler eksikti sanki.
Acun: Hala bu tip şarkılarla bir yere gelmek istemek manasız. Yeni bir şeyler söylemek lazımdı, ama bir şans daha tanımak lazım. Ben evet diyorum.
Orhan Gencebay: Evet, ben çok beğendim. Ben yürekten eve diyorum.
Dilberay: Ben de evet diyorum. Harika olmuş, yüreğine sağlık kardeşim.

İnanamıyordum, ilk ön elemeyi geçmiştim. İlhan Perisi’nin dedikleri çıkıyordu, ama aklıma bir şey takılmıştı. İlhan Perisi gerçekten şike mi yapmıştı? Böyle bir şey varsa hemen yarışmadan çekilmek icap eder.  Ön elemeden sonra, yarışma faslına geçilmişti, ben her hafta kendimi de aşarak inanılmaz bir performans sergiliyordum. Türkiye genelinde mesajların hepsini topluyordum. Her haftanın gönüllerinin de birincisi ben oluyordum. Bu inanılmaz bir istatistikti. Dolmuşa çıktığım zaman, benim dolmuşum tıklım tıklım olmaya başlamıştı. Sadece beni görmek için rastgele dolmuşa binenler bile çıkıyordu. Gazeteler, “Dolmuşçuluktan Türkiye yıldızlığına” gibi haberler yapmaya başlamışlardı. İlhan Perisi ve Hido ise bu arada sosyal medyanın da gücünün kullanarak benim videolarımı, fotoğraflarımı ve her şeyimi paylaşıyorlardı. Artık paylaşıma açılmıştım, internette saniyede bin tık alıyordum. Bundan tam altı ay sonra, ilk albümümü bitirmek için stüdyoya girdik. İlhan Perisi ile bir haftada aranjmanını vs. bitirdiğimiz “Mutluluk En Çok Benim Hakkım” isimli albümün parça listesi şöyle olmuştu;

  1. Kırık Bir Aşk Hikâyesi/Söz-Müzik: Ferdi Orhan (04.12)
  2. Seni Sevdim Be Allahsız/Söz-Müzik: Ferdi Orhan (03.13)
  3. Yalan Oldun/Söz-Müzik: Ferdi Orhan (03.45) 
  4. Hidayet’e Erdim/Söz-Müzik: Hidayet Dostane (12.10) 
  5. Beni Böyle Sev Seveceksen (Dj Akman Remix)/Söz-Müzik: Orhan Gencebay (04.12) 
  6. Allah Belanı Versin (İsmail Yk Remix)/Söz-Müzik: İsmail Yk (05.15) 
  7. Mutluluk En Çok Benim Hakkım/Söz-Müzik: Ferdi Orhan (03.12) 
  8. Hey Hey Taksi (DJ Sertan Remix )/Söz-Müzik: Emrah (03.15) 
  9. Bir Tek Yüreğimden Atamadım Seni/Söz-Müzik: Ferdi Orhan (05.00) 
  10. Fukara Sevgisi/Söz-Müzik: Ferdi Orhan (04.00)

Bu albümle, öldü denilen müzik piyasasını sarsmıştım. Albümüm milyonluk satış rakımına ulaşmıştı. Bir anda Türkiye’nin en sevilen şarkıcı olmuştum.

Bu Âlemde Yeni Kral Ferdi Orhan

Açıkçası, bundan birkaç ay öncesinde, bu kadar ünlü olabileceğimi hiç tahmin etmiyordum. Ama şunu söylemem gerekiyor, eğer ben Esengül ile ayrılmış olmasam, belki de bu işlere hiç bulaşmayacaktım. İçimdeki intikam duygusu beni gaza getirdi. Birazdan ilk büyük stadyum konserimi vereceğim. Hido’nun söylediğine göre kafadan 20 bin kişi varmış dışarıda. Sizin kulağınıza da geldi mi? Hepsi bir ağızdan Ferdi Orhan diye bağırıyorlar. İntikam projesinin ilk ayağını bitirdik, şimdi sıra ikinci ayakta. Esengül ve Nuri Bazman ile hesaplaşacağız.

Ferdi Orhan Röportajı

Şov programı, dev konserler, dizi-filmler, birkaç yıl önce hayal bile edemeyeceğim bir yerdeyim bugün. Aşağıda bir kısım medyaya verdiğim röportaj var.

Gazeteci: Öncelikle bize bu yoğun iş temponuzda zaman ayırdığınız için çok teşekkürler.
Ferdi: Estağfurullah!
Gazeteci: Kamuoyunda son zamanlarda, Eurovison’a sizin gitmeniz yönünde yoğun ısrarlar var. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ferdi: Valla ülkemizi temsil etmekten kaçınmayız. Halkımız ve yüce devletimiz de uygun gördükten sonra, neden olmasın?
Gazeteci: Sizin en sevdiğiniz Eurovison parçası nedir?
Ferdi: Çetin Alp’ten “Opera”
Gazeteci: Şu sıralar yeni projeler var mı?
Ferdi: Yakın zamanda Sinan Çetin ile bir film projemiz var. “Fakirler de Sever “ ismi, o çekilecek. Onun dışında senfonik Ferdi Orhan projemiz var, Fazıl Say ile görüşmeye çalışıyoruz. Fakat telefonlara çıkmıyor, galiba yurtdışındaymış. Sonra Mahsun Kırmızıgül’ün yazacağı, yöneteceği, müziklerini yapacağı aynı zamanda oynayacağı bir dizi işi var. Yoğunuz, yani anlayacağınız.
Gazeteci: Biraz da magazin sorusu soralım. Hayatınızda biri var mı?
Ferdi: Hayır, yok.
Gazeteci: Peki şu sıralar, magazin basınında konuşulan bir konu var. Nuri Bazman’ın nişanlısı Esengül Hanım, sizin eski nişanlınızmış, doğru mu?
Ferdi: Biz nişanlı değildik, arkadaştık öyle bir şey yok!
Gazeteci: Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz, Ferdi Bey.
Ferdi: Ben teşekkür ederim.

-Dördüncü bölüm sonu-

Can Öktemer

Beni Böyle Sev Seveceksen (III)

 Ahlaksız Teklifin Cevabı

Siz, Esengül’ün Nuri Bazman adisinin teklifine verdiği cevabı beklerken, ben, Esengül’ü bekliyordum. Sabahleyin sözleşmiştik, mesai bitiminde o nefret ettiğimiz fakat menüdeki fiyatlarının cebimize uygunluğu sebebiyle tercih ettiğimiz kafede buluşacaktık. Fakat kendisi beni tam iki saattir bekletiyor, acaba arasam mı?

Kirlenmek Güzeldir

Esengül: Ne yaptım ben? Nuri nasıl kıydın bana?
Nuri: Ne diyorsun sen Esengül? Kendi isteğinle girdin koynuma.
Esengül: Orası öyle ama benim gibi saf ve temiz bir kızı nasıl kirletirsin?
Nuri: Yavrum, bir tanem kirlenmek güzeldir, çağırırsın Ayşe Teyze’yi seni bir ovalar geçer kirlerin.
Esengül: Hayvan, bir de espri yapıyor. Allah’ım kendimden utanıyorum iki kuruş için kendimi ne hale getirdim. Ben bu durumu Ferdi’ye nasıl açıklarım.
Nuri: Ferdi kim?
Esengül: Sevgilim.
Nuri: Eski sevgilim demek istedin galiba?
Esengül: Şu, durumda öyle gözüküyor. Galiba ben senden hoşlanıyorum.

Evet, duydunuz! Esengül çıkardı ağzından baklayı… Of, inanamıyorum 7 senedir sevgimizle büyüttüğümüz aşkımız… Kendisini fitnessa ve borsa endekslerine adamış iğrenç bir adam tarafından parçlandı.  Bundan sonra diyebileceğim tek şey şu: Getirin sazımı...

“Kim gelse geçse artık/bu kırık kalbimden can diye/dayan diye durdum, ey aşk/ben senden bahar umduydum/sen yine kış oldun uzun uzun “

Senin Aşkından Başka Bana Ne Gerek?

Esengül’ün beni ekmesi sebebiyle moralim bozulmuştu, hemen telefona sarıldım Esengül’ü aradım. Telefon uzun uzun çaldı ve en sonunda telefonuna cevap vermeyi becerebildi Esengül…

Ferdi: Esengül neredeydin? Niye beklettin beni? İnsan bir haber verir di mi?
Esengül: Ferdi, önce bir alo deseydin.
Ferdi: Bırak şimdi telefon bürokrasisini, neredeydin?
Esengül: Özel ders veriyordum, ayrıca neden böyle sorgular gibi konuşuyorsun?
Ferdi: Kızım, biz sabah sözleşmedik mi? Neden gelemeyeceğini söylemedin?
Esengül: Özel dersten sonra, Bazman’ların evinde oturdum, unutmuş olabilirim, ne var yani?
Ferdi: Ya, yeminle yok böyle bir şey arkadaş! Neyse kapat telefonu, durum daha vahim hale gelmeden.
Esengül: Sen çok değiştin Ferdi! Dolmuş şoförü olduğundan beri, bildiğin kimlik değiştirdin. Senden giderek soğumaya başladım, biliyor musun?
Ferdi: Ne? Sen ne dediğinin farkında mısın? Ayrıca şöforsem günahım ne? Ben ikimizin mutluluğu için gece gündüz direk sallıyorum, biliyor musun?
Esengül: Ne yapayım sallıyorsan? Bize bir hayrı dokundu mu? Dur, ben cevap vereyim, hayır dokunmadı.

Telefonları, karşılıklı şiddetle kapattık. Eve geldiğimde bilgisayarımı açtım, yanına da bir büyük... Elbette rakının samimi arkadaşları; haydari, arnavut ciğeri ve peynirde bize eşlik ediyorlar. Önce dinleyeceğim parçaları sıraladım. Neler vardı? İşte Müslüm Gürses, Orhan Gencebay vardı. Sonra Facebook’u açtım, şu anki ruh halimi yansıtan parçaları birer birer paylaşmaya başladım. Ardından Esengül’ün profiline baktım, hay bakmaz olaydım! Esengül, profilinde ilişki kısmını kaldırmış, beni de arkadaş listesinden çıkarmış. Olacak şey değil, sinirden ne yapacağımı bilemedim açıkçası. Sonra telefonuma Esengül’den bir mesaj geldi. Size aynen okuyorum gönderdiği mesajı;

Ferdi, kusura bakma yüzüne karşı söylemek isterdim bunları, fakat sen git gide tahamül edilmez bir adam olmaya başladın. Bu yüzden mesaj atarak bu ilişkiyi bitirmek istedim. Bundan sonra bu ilişki ikimize de hayır getirmez, zarar getirir. Ayrıca haberin olsun, ben Nuri Bazman ile beraberim bundan sonra. Kendine çok iyi bak…

İnanılmaz değil mi? Yedi senenin sonunda, böyle kişiliksiz bir mesaj ile ilişkimiz bitti! Hem de Nuri Bazman denilen iğrenç varlık yüzünden. Ben önce karşı mesaj atmak istemedim ama tutamadım kendimi ve ona şu mesajı yolladım;

“Olmasa mektubun yazdıkların olmasa/Kim inanır senle ayrıldığımıza/Sanma unutulur kalp ağrısı zamanla/Sanma unutulur kalp ağrısı zamanla/Her şeyi unutarak yaşanır sanma/Neydi bir arda tutan şey ikimizi/Birleştiren neydi ellerimizi/Bırak bana anlatma imkânsız sevgimizi/Sevmek birçok şeyi göze almaktır/Olmasa mektubun yazdıkların olmasa/Kim inanır senle ayrıldığımıza/Harcanmış zamanlar yeniden yaşanmaz ki/Geç kaldıktan sonra arama boşa“

Eminim bu mesajdan sonra, kendini toparlayamamıştır. Neyse sevgili okuyucu, ben büyüğün hesabını dürüyordum. Tadını çıkarta çıkarta değil de, isyan ede ede içiyordum rakıyı. Yanında bol sigara, kül tablası isyana etmeye bile başlamıştı kül birikintilerinden. Ben, iyice dertlenmiştim. Aldım elime sazımı, baktım Esengül ile beraber fotoğraflarımıza. Çok duygulandım Orhan Gencebay’dan “Dertler Benim Olsun” çalmaya başladım.

İnanır mısın, sevgili okuyucu? O an, ancak hayatın süprizlerine açık olanların yaşayabileceği bir şey gerçekleşti. Arkamdan bir ses, “Yanlış notaya bastın, evlat!“ dedi. Arkama dönmemle birlikte, karşıma Orhan Gencebay fizikli ve bıyıklı birisi dikildi; hatta şöyle söylemekte fayda var, karşımda direkt Orhan Gencebay vardı. Ben hem alkolün etkisiyle, hem de şaşkınlıkla:

Ferdi: Orhan Baba?
İlhan Perisi: Hayır, evlat ben ilhan perisiyim.
Ferdi: Nasıl ya? İlham perisi değil miydi o?
İlhan: O başka, ben başkayım.
Ferdi: Peki neden Orhan Gencebay kılığındasın, İlhan Perisi?
İlhan: Bu, senin beni hayal edişinle alakalı. Sen beni böyle hayal ettin, ben karşına böyle çıktım.
Ferdi: Şu anda, kafam trilyon biliyor musun? Dediklerinden hiçbir şey anlamadım.
İlhan: Şöyle söyleyeyim evlat. Biz seninle bir albüm çıkaracağız ve sen Türkiye’nin sayılı müzisyenlerinden biri olacaksın. Şimdilik ben gidiyorum, yarın tekrar geleceğim ve albüm çalışmalarına başlayacağız. Ayrıca o star yarışmasına katılacağız, haberin olsun.

İnanır mısınız, dediklerinden gerçekten hiçbir şey anlamadım. Hayır, çok da içmedim, 70’lik rakının yarısını tükettim. Yaşadığım kısa süreli şoktan çıkmak için hemen telefona sarıldım ve kankam Hido’yu aradım.
Hido, dakikasında eve geldi.  Sağolsun, o da, rakı ve bira ile dolu geldi. Evimiz ufak bir kıvılcım ile patlama noktasına gelmişti. İşte özlediğimiz ortam buydu.

“Hatalarına bir nilüfer/Sevgisizliğine bir kalp verdim/Artık geri ver/Geri veremezsin aldıklarını “

Hidayet: Abi, Facebook’ta gördüm, yengeyle ayrılmışsınız.
Ferdi: Hido, hem ayrılmışsınız diyorsun, hem de yenge diyorsun. Bu nasıl çelişkidir anlamadım.
Hidayet: Abi, sen gene uçmuşsun, kaç tane içtin ben gelmeden?
Ferdi: Bilmiyorum Hido, kafam çok karışık. Az önce ne oldu biliyor musun?
Hidayet: Yok abi, bilmiyorum.
Ferdi: Az önce, bana İlhan Perisi geldi
Hidayet: O kim abi?
Ferdi: Ya kim olacak, hani sanatçılara gelir ya, yardım şeysi.
Hidayet: İlham Perisi!
Ferdi: Ha ama bana gelen İlhan Perisi.
Hidayet: Nasıl abi? Bir yanlışlık olmasın.
Ferdi: Ya Hido, ne yanlışlığı? Adam, Orhan Gencebay kılığında geldi. Sana albüm yapacağım dedi. Sonra da gitti.
Hidayet: Abi, dur! Senin kafaya ulaşmak için seriye bağlayayım şu rakıları. Yeminle bir bok anlamadım.
Ferdi: Haydi, o zaman şerefe.

-Üçüncü Bölümün Sonu-

Can Öktemer

30 Ocak 2012 Pazartesi

Haftanın Çok Bilmişi #4: Ece Temelkuran


23-29 Ocak 2012- Özellikle Türkiye’den taşındıktan sonra üzerine giymeye çalıştığı “beynelmilel entelektüel” sıfatını, işinden olduktan sonra yalnızca İngilizce yazılar yazarak ve söyleşiler vererek iyice köpürtmeye çalışan Ece Temelkuran’ın Guardian’a yazdığı “Turkish journalists are very frightened – but we must fight this intimidation” adlı yazısıyla ülkesini sarmış olan “zalim” düzenin mağduru “cesur gazeteci” portresi çiziyor ve kendisini, bu ülkenin “yapı”sının gerçekten kurbanlarından birisi olmuş Hrant Dink’le aynı kefeye koyarak, referandum döneminde pek bir kızarak sorduğu soruyu kendine sordurtuyor: “Siz ne zaman bu kadar zalim oldunuz?

Fakat Temelkuran’ın yazdıklarından aklımızda kalanları bir çırpıda döktüğümüzde hiç de şaşırtıcı bulamıyoruz bu yaptığını. Şemdinli’deki Umut Kitabevi’nin bombalanmasının ardından bölgeye giden Temelkuran’ın, bölgeyle ilgili yazılarda takındığı üstten bakışla, suları ve ekmekleri olmayan insanların anadilde eğitim istemesine veya bölgede var olan “uyuşturucu baronlarının” zalimliğiyle JİTEM’i kıyasladığı yazılarını hatırlıyoruz.

Hiç de sivil olmadığı ayan beyan ortaya çıkan bir topluluğun davetiyle, “milliyetçi hezeyanla” devletin sembollerini kuşanarak koşturdukları “Cumhuriyet Mitingleri”ni, resmi ideolojinin “Kurtuluş Savaşı güzellemesi” retoriğini kullanarak aklamaya çalışmış ve hatta Hrant Dink için yükselen tepki gibi “vicdanlı” bir tepki olduğunu yazmıştı. New Left Review’a yazdığı “Flag and Headscarf” yazısında, bu kez “milliyetçi sanılıyor ama değil” mealinde desteklediği Mitinglere “milliyetçi bir dalganın ürünü” diyerek çark etmesini ama “sanki ülkenin başka sorunu yokmuş gibi başörtüsünü meclise taşıdılar” diyerek bir özgürlük mücadelesine hangi taraftan baktığını da hatırlıyoruz. Hatta aynı yazıda, bayrağı milliyetçiliğin, başörtüsünü İslamcılığın sembolü olarak eşlemesini, yani devletle bir özgürlük sorununu aynı kefeye koyduğunu ve solun en sıkıntılı ezberlerini, “1980’in siyasal İslam’ın önünü açtığı” nakaratını tekrarlayarak “Ah zavallı ben! Bu cenderede, nerelere gitsem?” sorularını sorması da hâlâ hafızalarımızda. Temelkuran, elbette ki bu yazısında, vakti zamanında Cumhuriyet Mitingleri’ne sahip çıktığından bahsetmiyordu.

“Eğer örtülü olmadığım için taciz edildiğim yerde benim yanımda olup başını sadece beş dakikalığına açarlarsa ben de o zaman başörtüsü örteceğim onlarla birlikte” gibi garip bir ilinti kurarak, başörtüsü mücadelesine destek vermeyi, kendisinin de başörtüsü takması olarak zannettiğini dışarı vuracak kadar “sözünü sakınmayan” ve devletin bir zulmüne karşı verilen mücadeleye ancak şartlı destek verecek kadar da “cesur” bir gazeteciydi o. “Şeriat” tehdidini ve “İran oluyoruz” çığlıklarını abartılı bulan mutedil Kemalistlere, servis ettiği Malezya benzetmesi de takdire şayan “öngörü”sünün sonucuydu.

2010 yılında çıkan Muz Sesleri romanıyla, devrimlerini güya sonuna kadar desteklediği Orta Doğu’ya ve Araplara attığı oryantalist bakış halen raflarda duruyor.  Daha sonra, HaberTürk’te Tunus’u bildirirken veya meşhur “Sınıfsız Domates” yazısında bölgeye nasıl da tekinsiz ve aşağılayarak baktığını gözler önüne seriyordu. Aşağılama demişken, desteklediği için gazeteden kovulduğunu savunduğu Kürt halkına, “Doğulu abaza erkeklerden oluşan bir güruh” bakışını, Yazarlar Kahvaltısı’ndaki tartışmanın bir tarafı olan Bejan Matur’a yazdığı şu satırlarla dillendirmişti:

Ama toplantıya katılan şair Bejan Matur, herhalde Başbakan’ın yargıyla olan kavgası sebebiyle Alatlı‘ya karşı “doğru” tarafı tutmanın iyi bir hamle olacağını düşünmüş olmalı ki, “Ben halk jürisini yeğlerim” demiş. Kürt, kadın, bekâr, şair bir kadın için enteresan bir girişim. Doğulu biri olarak başına bir halk jürisiyle neler gelebileceğini bilmiyor olamayacağına göre herhalde başka bir hedefi vardı Matur‘un.

Son olarak, kendisini eleştirdiği için BirGün tarafından sansüre uğrayan Dağhan Irak’a önce, “Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan bu günlerde” anlamına gelecek tepkisini belli etmiş ve bu olay üzerine istifa eden Irak’a, “Gazetecilik budur, genç arkadaşım. Bir yazının nerede olacağına editör karar verir” diyerek, sisteme ve hiyerarşiye ne kadar “karşı” olduğunu ve hatta mazlumun ve mağdurun yanında duran ne kadar “vicdanlı” bir gazeteci olduğunu ele güne göstermekten geri durmamıştır.

Bu sıraladığımız notlardan da anlıyoruz ki, Ece Temelkuran, devlete olan yakınsamasını sosyalizan bir maskeyle, hem yurt içine, hem de yurt dışına “muhalif” olarak yutturma derdinde. Bu haliyle bile kendisini, gerçekten vicdanlı ve cesur bir yürek olduğu için öldürülen Hrant Dink’e benzetmesi, en hafif tabiriyle o sarsılmaz kendine güveni nedeniyle muvazene yetisini tamamen kaybetmesi ve koca bir izansızlık örneği. "Acı çeken 3. Dünya yazarının sadece ülkesinin günahlarını anlatmak üzerine kariyer inşa etmesi..." diyerek 70’lerden kalma ve buram buram oryantalizm kokan bu cümleyle kendini tarif eden Ece Temelkuran’a, bu cümle bile yeterdi ya “çok bilmiş” dememize, neyse.   

29 Ocak 2012 Pazar

Beni Böyle Sev Seveceksen (II)

Esengül Özel Ders Veriyor

Esengül, Cumhuriyet Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapıyor üç yıldır, fakat her öğretmen gibi o da, geçim sıkıntısı çekiyor. Emekli bir babası, ev hanımı bir annesi, liseye giden tembel ve iğrenç bir erkek kardeşi var. Esengül, ailenin ekonomik bütün yükünü sırtlandığı için, bu yükü hafifletmek adına zengin ailelerinin tembel ama biraz çalışsa iyi not alabilecek çocuklarına özel ders veriyor. Bu çocuklar arasında sosyetenin ünlü Bazman ailesinin küçük kızları Derin de var.

Esengül: “Dahi” anlamına gelen -de eki her zaman ayrı yazılır, tamam mı? Derinciğim anladın, değil mi?
Derin: Anladım hocam.
Esengül: Peki, Derinciğim ünsüz benzeşmelerine bakalım biraz da, ünsüz benzeşmesi nedir?
Derin: Şey… Hocam, sert sessizle “p, ç, t, k, f, h, s, ş “ ile biten kelimenin sonuna gelen ekin ilk harfini kendine benzetmesidir. Mesela fıstıkçı şahap’tan da anlayabiliriz.
Esengül: Of! Baya yorulduk değil mi?
Derin: Evet, hocam
Esengül: Ara verelim mi?
Derin: Valla iyi olur hocam.
Esengül: Kısa bir sigara molasından sonra, kaldığımız yerden devam ederiz o zaman.

Esengül, çantasından sigara paketini çıkarır, fakat sigara paketi boştur. Kendisine çok kızar.
Esengül: Hay aksi! Sigaram bitmiş
Derin: İçeri bakayım isterseniz, hocam içeride vardır.
Esengül: Yok çok da önemli değil Derinciğim, sağol…

Esengül’ün sigarasının bitişi, aynı zamanda ilişkimizin bitişi olarak da algılayabilir miyiz, sevgili okur?

Nuri Bazman

Derin Bazman’ın iğrenç abisi. Nuri Bazman sosyetik camianın bir numaralı playboyu. Aslında onu, bu satırlarda yerden yere vurmak lazım ama neyse delikanlılık biz de kalsın. Nuri Bazman’ı hikâyenin ilerleyen bölümlerinde daha yakından tanıyacağız ve daha çok nefret edeceğiz. İsterseniz koca bir sayfayı Nuri Bazman’a ayırmayalım.

Nuri Bazman, tüm iğrençliği ile altın kaplama sigaralığını, hayatımın anlamı Esengül’e uzattı.

Nuri: Buyrun, buradan yakın.
Esengül: Sağolun, teşekkür ederim.
Nuri: Rica ederim.

Esengül, alma o sigarayı! Olamaz aldı, o lanet adamın sigarasını. Ne yaptın sen Esengül?

Esengül’ün o sigarayı alması bizim kaçınılmaz sonumuzu hazırladı, belki de. “Ne olacak? Alt tarafı bir sigara aldı adamdan” diyebilirsiniz ama ben öyle düşünmüyorum. Ve şarkıya başlıyorum:

Küçük bir aşk yetiştirdim/Düzene yenik düştü/Ben sigara dumanının altında/Yana yana en sonunda kül oldum/Sen kibritin hiç yanmayan ucunda/Birinin hayatından geçmiş oldum…”

Nuri Bazman adisinin saldırıları bitmiyordu, altın kaplama sigaralığından sonra, arka cebinden görgüsüzlük simgesi yine altın kaplama mutfak çakmağını çıkardı.

Derin: Hocam izninizle, ben tuvalete gitmek istiyorum.
Esengül: Tabii ki, Derinciğim gidebilirsin.
Nuri: Git tabi!  Tuvalet önemlidir. İnsanın aklının en iyi çalıştığı yer sonuçta.

Nuri, kardeşinin tuvalete gitmesinden sonra hemen Esengül’e yanaşmaya ya da kaba tabirle ona asılmaya başlamıştı.

Nuri: Esengül Hanım! Ya da ne hanımı? Sana direkt Esengül demek istiyorum.
Esengül: Ben hanımı tercih ederim ama…
Nuri: Ya bırak şimdi resmiyeti! Sana direkt sen demek çok hoşuma gidiyor.
Esengül: Sizi ciddiyete davet ediyorum Nuri Bey.
Nuri: Bana resmi yazışma dili ile konuşma, çok itici oluyor. Ama sana iticilik de çok yakışıyor, biliyor musun? Maddi durumun kötü di mi Esengül? Ondan özel ders veriyorsun?
Esengül: Bu sizi hiç ilgilendirmez Nuri Bey.
Nuri: Sana reddedemeyeceğin bir teklifte bulunacağım, benimle tek bir gece karşılığında 30.000 dolar.
Esengül: Kendinize gelin, Nuri Bey iğrençleştiğinizin farkındasınız değil mi? Size şiddet uygulamadan lütfen gider misiniz?
Nuri: Tekrar bir düşün istersen teklifimi!

Bu adam nasıl bir insan ya! Sen nasıl benim sevdiğim kişiye ahlaksız teklifte bulanabilirsin? Peki Esengül, bu ahlaksız teklifi kabul etti mi dersiniz?  Ama içimde kötü bir his var, be sevgili okuyucu. Tamam ya kes! Bundan sonrasını anlatmak içimden gelmiyor. Of! Çok dertlendim.

Ferdi Ünlü Olma Yolunda

Az önce biraz sert çıktım, farkındayım ama ne yapayım? Canımız sıkkın, şu hayatta bir belimizi doğrultamadık ki.  Ne doğru dürüst bir işimiz oldu, ne de paramız.  Ondan sonra, arabesk dinleyince kıro oluyoruz, bilmem ne oluyoruz. Bu ekonomik durumumla Kenan Doğulu, Serdar Ortaç dinleyip bir yerlerimi mi yırtayım? Sen söyle, sevgili okuyucu.

Hidayet: Abi gazeteyi okudun mu?
Ferdi: Yok, okumadım Hido. Gazete okumuyorum, canımı sıkıyor.
Hidayet: Abi Kanal 66 şarkı yarışması düzenliyormuş.
Ferdi: Lan bıkmadı şu kanallar şarkı yarışması düzenlemekten. Kim düzenliyormuş, Acun mu?
Hidayet: Evet abi, nereden bildin? Ama bu diğerlerine pek benzemiyor.
Ferdi: Nasıl benzemiyor lan! Aynı format değil mi? Birileri şarkı söylüyor, hatta jürideki şarkıcılardan bile daha iyi söylüyorlar. Ama oradaki jüri hiçbir şeyi beğenmiyor. Böyle değil mi format?
Hidayet: Abi nereden bileyim. Ama jüride kim var biliyor musun?
Ferdi: Hülya Avşar.
Hidayet: Orhan Gencebay! Baba jüride!
Ferdi: Vallaha mı ya? Ya bilmiyorum Hido, ben öyle meşhur olma derdinde değilim biliyorsun. Amatör şarkıcılık benim daha çok hoşuma gidiyor.
Hidayet: Abi bir kez daha düşün, bu sefil hayattan yırtabilirsin belki bu yarışma ile.
Ferdi: Hido, bilmiyorum gerçekten, hem müzik piyasasının durumunu biliyorsun. Böyle bir piyasaya albüm getirmek istemiyorum, anlıyor musun? Ben korsandı, mp3’tü uğraşamam. Henüz Facebook’ta paylaşılmaya hazır değilim.
Hidayet: İyi abi sen bilirsin, ama aklında bulunsun atmayacağım, bu formu tamam mı?
Ferdi: Eyvallah.

-İkinci Bölümün Sonu-
Can Öktemer

28 Ocak 2012 Cumartesi

Beni Böyle Sev Seveceksen (I)

Neler Oluyor Bize?

Adım Ferdi Orhan, altı yıldır dolmuş şoförlüğü yapıyorum. Yıllardır vitesi ileri geri atmaktayım. Ben bu acı dolu ve Fazıl Say'ın asla anlayamayacağı arabesk hikâyemin anlatıcısıyım. Gönül isterdi ki, bu hikâyeyi Müşfik Kenter yüksek sesle okusun, derdimize dert katsın. Olsun varsın, hikâyenin kendisi bol acılı zaten. Bu arada unutuyordum sesim Allah vergisidir hani, dinleyene bir büyük bitirtir, övünmek gibi olmasın. Rahmetli  babam, bu yeteneğimi küçük yaşlarda keşfetmişti. Ünlü olmam için inşaatlarda yüksek sesle türkü okutmak mı, Unkapanı’na gidip dükkân dükkân dolaşmak mı istersiniz, hepsini yaptırdı ama ben okumak istiyordum. Okudum da. Özel bir bankada işe başladım ama içi çürümüş zihniyetlere tahamül edemedim. İşini erken bitirmek isteyen bir herif, bana rüşvet teklif edince… Kendimi kaybedip adamın ağzını yüzünü kırdım ve istifamı verdim. Ve baba mesleği dolmuşculuğa başladım.

Yataktan kötü kalkmamdan anlamalıydım, o günün kötü geçeceğini. Önce benzin fiyatlarının artması haberiyle bozulan sinirim, dolmuşta para üstü kriziyle daha da artmıştı...

Yolcu: Kaptan, para üstümü vermedin..
Ferdi: Efendim abi, ne oldu?
Yolcu: Kaptan, para üstümü vermedin galiba?
Ferdi: Galiba mı? Abi para üstünü aldın mı, almadın mı?
Yolcu: İşte onu tam olarak hatırlayamıyorum.
Ferdi: Hay Allahım, sabah sabah! Neyse abi vereyim para üstünü, ne kadar vermiştin?
Yolcu: 10tl galiba.
Ferdi: Gene galiba dedi. Abicim sen ne verdiğini, ne aldığını bilmiyor musun?
Yolcu: Ya ben hep böyleyim. Evden çıkarken ocağı kapattım mı, kapıyı kilitledim mi? Hiç emin olamam, biliyor musun? O yüzden, yine muallâkta kaldım.
Ferdi: Tamam abi, tamam ya! Gözünü seveyim sus! Veriyorum para üstünü!
Yolcu: Ama bu kadar asabiyet neden? Eskiden ne güzel muavinler vardı! Onlar toplarlardı parayı, hiçbir zaman böyle sorunlarla karşılaşmazdık.
Ferdi: Lan şeytan diyor, git dal şu dallamaya! Al lan paranı! Sus artık. Kaza yaptıracaksın. Muavinmiş, bilmem neymiş, Allahın salağı!
Yolcu: Lütfen doğru konuşun benimle, Kaptan Bey.
Ferdi: Konuşmazsam, ne olur? Beni Türk Dil Kurumu’na mı şikayet edeceksin, hıyar?
Yolcu: İneceğim ben. Sizi de şikâyet edeceğim.
Ferdi: Defol lan!

Normalde bu kadar sert çıkmam kimseye. Fakat bu aralar canım sıkkın biraz, sevgilim biricik aşkım Esengül’le aramız limoni. Bu sabah kötü başladı ya, 24 saat kötü gider. Saat yedi gibi işim bitti, Esengül’le buluşacaktım, saat sekiz gibi. Bari bu kötü gün iyi bitsin umuduyla, koşa koşa gittim Esengül'ün yanına. Esengül'le biz sekiz senelik uzatmalı sevgiliyiz. Maddi koşullar yüzünden ancak geçen sene sözlenebildik. Bu matematik orantılarına bakacak olursak, tahmini sekiz sene sonra da nişanlanmış olucağız. Aman Allah göstermesin, gerçi sözüm var Esengül'e, bu yaz evleneceğiz inşallah. Esengül ile bulaşacağımız yere gittiğimde,  o henüz gelmemişti. Kendimi bir an için, sabahki yolcu gibi hissettim. Acaba geç mi kalmıştım da sinirlenip gitmişti? Bu kuşkular, beni “acaba başka birisi mi var?” paranoyasına kadar götürdü. Cep telefonumla onu arayayım dedim, kontör kalmamış iyi mi? Nereye gidiyor lan bu kontörler? Hah! Geliyor işte Esengül'üm!

Ferdi: Esengül'üm ne oldu? Suratın neden asık böyle?
Esengül: Bizim karşı komşu vardı ya, Mualla… Evleniyormuş haftaya.
Ferdi: Hadi be! Allah mesut etsin, bahtiyar etsin.
Esengül: Ferdi, ben beklemekten sıkıldım ya! Böyle bekle bekle, nereye kadar? Çeyizimin modası geçti, bütün arkadaşlarım evlendi. Hatta bazıları evlendi boşandı, tekrar evlendi. Biz daha geçen yaz sözlendik, bu kamplubağa hızıyla gidersek biz ancak ölünce evleniriz.
Ferdi: Ben sanki istemiyorum senle evlenmek, canımın içi. Ama ben ne yapayım? Bak bugün benzin-mazot fiyatları yine artmış. Bir belimizi doğrultamadık ki…
Esengül: Bunlar hep senin aşırı dürüstlüğünden kaynaklanıyor Ferdi, mis gibi işin vardı. Sırf rüşvet verdiler diye. Gittin istifa ettin, cânım bankacılıktan.
Ferdi: Ederim tabii! Böyle şeyler benim karakterime ters, haram para yiyemiyorum. Hem sen de en az benim kadar idealistsin, dershanelerde çalışmıyorsun.
Esengül: Boşver beni, hem adamın verdiği paranın haram olup olmadığını nereden biliyordun ki?
Ferdi: Almam kızım, ben rüşvet falan. Haram lokma yemem yemeyeceğim, TAMAM MI???
Esengül: Bana, sesini yükselterek konuşma, tamam mı?
Ferdi: Sen de artık iki de bir şu para mevzunu açma! Ne zaman buluşsak, para da para… Yeter ama artık, sen ne kadar kapitalist bir insan oldun ya!
Esengül: Demek artık, beni böyle görüyorsun ha! Öyle olsun, ben gidiyorum Ferdi.
Ferdi: Nereye?
Esengül: Sana ne? 100 lirayla buluşacağım, tamam mı? Hoşça kal!
Ferdi: Esengül, Es... Gitme!

Neler oluyordu böyle? Ne kadar kötü bir gün geçiriyordum, durumu unutmak için acil alkol nakline ihtiyacım vardı. Kankam, can yoldaşım Hidayet'i aradım hemen.

Mutfak Meyhane Bu Hayat Bize Haram Oldu

Meyhaneye gidecek kadar bile param yoktu, anasını satayım.  Eve girer girmez, hemen Hido’yu aradım. Annem ve babam vefat edince, bu evde tek başıma yaşamaya başlamıştım ve bu sessiz ev benim üstüme üstüme geliyordu. Acil Hido ve rakı takviyesine ihtiyacım vardı.  Hido’yu aramamla gelmesi bir oldu. Hemen ortalıkta temiz havayı kirletmeye başladık, üst üste yakılan sigaralar ve devrilen 70’likler…

Hidayet: Takma kafana be Ferdim! Hayat böyle bir şey değil ki be!
Ferdi: Nasıl takmayayım Hido, aşığım, seviyorum diyorum. Esengül bana para diyor. Sonra diyorum kendi kendime, “Bana Kaderimin Bir Oyunu mu?” “Başka ne olacaktı ya?” diyorum, “saftirik Ferdi” diyorum, kendi kendime. Bu karı beni şizofren yaptı Hido!
Hidayet: Abi, ne desem boş.
Ferdi: Bıktım artık Hido yaşamaktan.
Hidayet: Abi senin şarkın gelmiş, bir söyle de rahatla istersen.
Ferdi: Tamam anasını satayım…

-Birinci bölümün sonu-

Can Öktemer